Forum Logo  

Geri Git   ForumKalbi.Com > Dini Bölüm > İslâm ve İnsan > Tasavvuf

Tasavvuf Allahü teâlâyı, görür gibi ibadet etmek..


İbn Arabi’nin Allah Anlayışı

Allahü teâlâyı, görür gibi ibadet etmek..


Kullanıcı Etiket Listesi

Like Tree3Beğeniler
  • 1 Post By Arthur
  • 2 Post By Damla

  
 
LinkBack Seçenekler Görüntüleme stilleri
Alt 21 Şubat 2024, 12:25   #1
Çevrimiçi
Huysuz Ve Tatlı Adam
 
Arthur kullanıcısının Avatarı
 
Profil ayrıntılarını görüntüleyebilmek için kayıtlı kullanıcı olmanız ve üye hesabınızla oturum açmanız gerekmektedir.
Varsayılan İbn Arabi’nin Allah Anlayışı

Tasavvufçuların en meşhuru olan İbn Arabi, tasavvufçular için çok tuhaf bir tanrı uydurmuştur. Birbiriyle çelişen iki zıddı zatında ve sıfatlarında toplayan tuhaf bir tanrı! Gerçek varlık O, gerçek yokluk da O, yaratan da, yaratılan da O’dur. Her varlığın kendisidir. Sıfatları da var ve yok olan her varlığın sıfatlarıdır. Yüce Hak ve çirkin batıl O’dur. Bir defa olsun, meydana gelmesini aklın tasavvur edemeyeceği müstakil O, meydana gelmesi ve im*kan dışılığı sözkonusu olmayan mümkün O’dur. Mü’min O, kafir O’dur. Ar*şın altında secde eden melek O, cehennemde yanan şeytan O’dur. Gözyaşla*rı dökerek teşbih eden abid O, günahlarıyla dillere destan olan kötü O’dur. İbn Arabi’nin anlayışında tanrı, bütün zıtlıkları benliğinde toplayan böyle tuhaf bir tanrıdır.[477]

a. İbn Arabi’ye Göre Herşey Allah’tır

İbn Arabi’ye göre Allah her şeydir yahut her şey Allah’tır. Çünkü vahdeti inancına göre alemde ikilik değil, birlik vardır. Bu birlik ya Allah’ın şey olması yahut her şeyin Allah olmasıyla sağlanmış olmaktadır. İbn Arabi bu inancı şöyle ifade etmektedir:
“Onlar kendisi olduğu halde, eşyayı açığa çıkaran münezzeh olsun.[478] “Arif, hakkı (Allah’ı) her şeyde gören, belki her şeyin kendisi olarak görendir. [479] İbn Arabi, Allahın, yaratıkların nitelendiği bütün sıfatlarla nitelenmesi onların tanımlarının aynı zamanda Allah’ın tanımı olduğunu da söyleye*rek inancını şöyle pekiştirmektedir:
“Her şeyin tarifi (haddi) aynı zamanda Hakk’ın (Allah’ın) tarifidir. Yaratıkların ve eserlerin müsemmalarında sirayet etmiştir. Gören de, görülen de odur. Alem onun suretidir. Alemin ruhu ve yöneticisi de O’dur. O büyük insandır. [480] Alemde görülen bütün suretlerin Allah olduğunu ifade ederek şöyle de*vanı etmektedir:
“Onlar hakkın zahiri (görüntüsü)’dür. Çünkü o zahirdir. Onların batını (gizlisi) de O’*dur. Çünkü batın O’dur. Evvel de O’dur. Çünkü bunlar yok iken O vardı. Ahir de O’dur. Çünkü bunlar ortaya çıktığı zaman Allah onların kendisiydi. [481] İbn Arabi, tanrı anlayışını belirterek şöyle devam ediyor: “O, ortaya çı*kanların kendisidir. Ortaya çıktığı durumda gizli olanların da kendisidir. Ortada başkasının gördüğü bir şey yoktur. [482] “Kendisinden batın olacak bir şey de yoktur. O kendisine zahir ve kendisinden gizli (batın)’dır. Ebu Said el-Harraz[483] diye adlandırılan da odur. Görülen ve isimlendirilen başka var*lıklar da odur[484]
İbn Arabi’ye göre, Allah’ı bilen gerçek arif, Allah’ın tabiattaki varlıkların suretlerinde sirayet edişini, yani panteizmi gören ve alemdeki bütün varlık*ların suretlerinde Allah’ın bizzat suretini müşahede eden kimsedir. [485]
Fususu’l-Hikem kitabını tercüme ve şerheden A. Avni konuk da bu anla*yışı tekit ederek Gülşen-i Raz’dan şu alıntıyı yapmaktadır:
“Madem ki eşya varlığının görünümleridir, o halde put da o görünümlerden biridir Ey aklı olan adam! İyi düşün, put varlık bakımından batıl değildir. Bil ki Allah onun yaratıcısıdır. İyiden sadır olan her şey İyidir, O makamda ne var olmuşsa, hayrın kendisidir. Onda bir şer varsa, o da başkasındandır.
Müslüman putun ne olduğunu bilseydi, [486]dinîn putperestlikten ibaret olduğunu an*lardı. Müşrik putun farkında olsaydı, dininde hiç dalalete düşer miydi? O, putun an*cak dış yaratılışını gördü, onun için şeriatta kafir oldu. Sen de onda gizli olan Hak’kı görmezsen, şeriatta sana da müslüman demezler. [487]
Görüldüğü gibi, İbn Arabi’nin anlayışındaki tanrı, her türlü varlık ve yokluğu içine almaktadır. Şöyle diyor: “Kendi kendine yüce olan, örf, akıl ve şeriatta ister iyi, ister kötü olsun, hiçbir sıfattan yoksun kalmayacak şekilde varlık ve yokluğa ait bütün özellikleri kapsayan kemale sahip olandır. İşte bu, sadece Allah’ın müsemmasına mahsustur. [488]
Varlığın dirilteceği ve yokluğun yok edeceği hangi tanrıdır bu? Örf, akıl ve şeriatta kotülenebilecek hangi ilahtır bu? İbn Arabi’nin anlayışındaki tanrı bütün kötülüklere sahip bir tanrı olmaktadır. Böyle olunca onu örf, akıl ve şeriat neden kötülemesin?[489]

b. Allah’ın Sıfatları Yaratıkların Sıfatlarıdır.

İbn Arabi’nin anlayışındaki tanrı, acizlik ve zilletle, noksanlık ve ahmak*lıkla nitelenecek bir varlıktır. Kötülük ve zilletle tavsif edilebileceğini ifade ederek şöyle diyor:
“Hakkın, yaratıkların sıfatlarıyla ortaya çıktığını (göründüğünü) görmüyor musun? Bunu kendisi belirtmiştir. Noksanlık ve kötülük sıfatlarıyla ortaya çıktığını kendisi ifade etmiştir. Yaratıkların da başından sonuna kadar hakkın sıfatlarıyla ortaya çık*tığını görmüyor musun? Yaratıkların sıfatları O’nun için hak olduğu gibi, O’nun sı*fatları da yaratıklar için haktır. [490]
İbn Arabi, Allah’ın sıfatlarını mecazi olarak yaratıklara verdiğini yahut yaratıkların sıfatlarının mecazi manada Allah’ın sıfatları olduğunu söyledi*ğini herhangi bir insanın tevehhüm etmesinden korkmuş ve birinci şıkta söylenenlerin mecazi manada değil, gerçek manada olduğunu söylemiştir. “Onun için yaratıkların sıfatları da hakkın sıfatlarıdır” diyerek mecazi ma*nada değil, gerçek manada böyle olduğunu belirtmiştir. İnsanlara anlayışındaki tanrı hakkındaki hükümlerinde yahut onu acizlik, noksanlık ve kötülük gibi sıfatlarla nitelemesinde ve diğer yaratıklarla aynı görmesinde bir mecazın bulunmadığını vurgulamak istemekte ve şöyle demektedir: “Al*lah’ın Rablık, ilahlık, yaratma, rızık verme ve diğer bütün sıfatları yaratık*lar için haktır. “Yani bu sıfatlar aynı zamanda yaratıkların da sıfatlarıdır. Onun için yaratıklar mecaz olarak değil, gerçek olarak Allah’ın sıfatlarını taşırlar. İşte İbn Arabi’nin tanrı anlayışı bu şekildedir. [491]

c. İbn Arabi’ye Göre Allah Her şeydir.

İslam’a göre yıldızlara tapanlar kafir olmuşlardır. Buzağıya tapan yahudiler de kafir olmuşlardır. Hristiyanlar da üç ortaklı (teslis) bir tanrıya tap*tıkları için kafir olmuşlardır. Cahiliyye Arapları da ölenlerin putunu dikip hayatta kendilerine umut ve emellerle yöneldikleri gibi, ölümden sonra da benzer umut ve emellerle kendileriyle Allah arasında aracılıklarını sağlamak için putlara taptıklarından dolayı kafir olmuşlardır. Bütün bu gruplar ve insanlar Allah’tan başka varlıklara taptıkları için kafir oluyorken, acaba her şeye tapmaya çağıran İbn Arabi ve benzerleri için İslam’ın hükmü ne olur? Her şeye ibadete davet eden bu gibileri için ne diyeceksiniz?
İbn Arabi, bunu pervasızca ifade ederek şöyle demektedir: “Mükemmel arif, tapılan herşeyin hakkın açığa çıktığı ve kendisinde hakka ibadet edildi*ğini görendir. Onun için tapılan bu tanrılara taş, ağaç, hayvan, insan, yıldız, melek gibi özel ismi yanında tapanlar onlara ilah adını vermişlerdir.[492]
İbn Arabi’nin havarisi Abdulkerim el-Cîlî de şöyle demektedir: “Zatı iti*bariyle yüce olan Hakkın açığa çıktığı her varlığa tapmak gerekir. O, alemin zerrelerinde açığa çıkmış (zahir olmuş)’tur. [493]
Ne dersiniz? İbn Arabi ve benzerleri, her dinden almış ve daha önce ka*firlerin ibadet ettiği her şeyi tanrılaştırmış olmuyor mu? Cahiliye tanrıları olan taşa, ağaca, Firavunculuğun ve Yahudiliğin tanrıları olan hayvanlara, Hıristiyanlık ve gulat Şiiliğin tanrısı olan insana, Sabiilerin tanrıları olan yıldızlara ve meleklere tapma özlem ve sempatisiyle İbn Arabi’nin iliklerine kadar dolu olduğu görülmüyor mu?
İbn Arabi’nin bu anlayışını değerlendiren Doç. Dr. Salih Akdemir şoyle demektedir:
“Aşkın (muteal) Allah inancından yüz çeviren İbn Arabi’nin vahiy, din, ahiret, cennet ve cehennem konularında da Kur’anı Kerim’e tamamen ters düşen görüşler ile*ri sürmesi şaşırtıcı olmasa gerektir. Nitekim onun, İsmail kelimesindeki âl-i hikmetten (yüce hikmetten) söz ederken vahyi inkar ettiğini görüyoruz. “Sana gelen vahiy başkasından gel*mez, sen de bunu başkasına vermezsin[494] demektedir.
İbn Arabi’nin öğretisinde varlık bir olduğuna, dolayısıyla insan ile Allah arasında bir fark bulunmadığına göre, vahiy konusunda Allah ile insan arasında bir ikilik koy*manın bir anlamı yoktur. Bu yüzden peygamber de olsa, hiç kimse dışarıdan vahiy ya da başka bir bilgi elde edemediği gibi, bu bilgiyi başkasına da aktaramaz. İnsan her türlü bilgiyi bizzat kendinden elde eder. Ona dışarıdan hiçbir şey gelmez.
İbn Arabi, Şit kelimesindeki nefsin hikmetinden söz ederken bu konuyu şöyle açıklığa kavuşturur: Suretleri ne kadar farklı olursa olsun, hiç kimsede Allah’tan bir şey yoktur ve hiç kimsede kendinden olandan başka bir şey yoktur. Bu hakikati, bu işin böyle olduğunu Allah ehlinden çok az kimse bilir. Bunu anlayan kimseyi görür*sen, ona güven, çünkü o yüce Allah’ın seçkin kullarından tertemiz biridir. Herhangi bir keşif sahibi, önceden bilmediği yeni bilgileri kendisine ulaştıran bir suret müşahade ederse (iyi bilsin ki) bu suret onun aynı olup asla başkasının değildir. Demek ki o, ilminin meyvesini bizzat kendi nefsinden toplamaktadır. [495] Açıkça görülmektedir ki, İbn Arabi vahiy de dahil olmak üzere, dışarıdan gelen her türlü bilgiyi imkansız görmektedir. Bu yüzden onun, Cibril aleyhisselamın Hz. Peygambere gelişini inkar etmesine şaşmamak lazımdır. Ona göre Cibril, Hz. Peygamber’in hayal gücünün bir mahsûlü olarak ortaya koyduğu bir varlıktır. İstediği kadar Cibril ile konuştuğunu zannetsin, aslında o kendi kendine konuşmaktan ve kendi kendini dinlemekten başka hiçbir şey yapmamıştır, demektedir. [496] İbn Arabi, istediği kadar nebi ve rasul arasındaki farklardan söz etsin, Fususu’l-Hikem’inde her peygambere müstakil bir bölüm ayırsın, vahiy müessesesini inkar et*tikten sonra bunun ne anlamı olabilir? [497]

d. Allah'ın Kadın Suretinde Görünmesi

İbn Arabi, isteklerine ram olmaya bir türlü yanaşmayan kadının Allah’ın güzel tecellisi olduğunu söylemektedir. İbn Arabi’nin dişiyi tanrılaştırma konusunda ne kadar sarih olduğunu gösteren Fusulul-Hikem kitabındaki şu sözlerine bakınız:
“Erkek, kadını sevdiği zaman, onunla yatmak istemiştir. Yani sevginin sonunda meydana gelen şey! Nikah (kadın-erkek münasebeti)’tan daha büyük bir kavuşma yoktur. Onun için şehvet, kişinin bütün vücudunu kaplar. Onun için kişinin yıkan*ması emredilmiştir. Oluştuğu zaman, şehvet bütün vücudu kapladığı için vücudun tamamının yıkanması istenmiştir. Şüphesiz Allah, kulunun kendisinden başka bir şeyle lezzet bulduğuna inanmasını çok kıskanır. Onun için, kendisinde fena buldu*ğu (kadın) suretine girerek, tekrar kendisine dönmesi için yıkanma (gusul) île onu temizlemiştir. Çünkü bundan başkası olmaz.
Erkek, Allah’ı kadında müşahede ederse, buna münfailde müşahede denir. Kadı*nın kendisinden zuhuru (Havva’nın Adem’den yaratılması) açısından kendisinde müşahede ederse, buna da failde müşahede denir. Kendisinden oluştuğu varlığın suretini göz önünde bulundurmadan kendi nefsinde müşahede ederse, buna da vasıtasız Allah’tan münfail olanda müşahede denir. Allah’ı kadında müşahede etmesi tam ve en mükemmeldir. Çünkü Allah’ı fail ve münfail olarak, özellikle kendisi de münfail olarak müşahede etmektedir. Onun için Rasulullah kadınları sevmiştir. Çünkü Allah, onlarda çok mükemmel müşahede edilmektedir. Zira Allah, maddelerden soyut olarak hiçbir zaman müşahede edilmez. Allah’ın kadınlarda müşahe*de edilmesi en büyük ve en mükemmeldir. Kavuşmanın en büyüğü de nikah (cinsi münasebet)dir.[498]
İbn Arabi’nin tanrı anlayışını bu ibarelerden çıkarabilirsiniz. İbn Arabi, tanrının en mükemmel ve eksiksiz olarak şehvet küpü haline gelen erkeğin musallat olduğu kadın olarak ortaya çıktığını söylemektedir. İffetli kadın*dan en ahlaksız ve iffetsiz kadına kadar bütün kadınların Allah’ın en güzel görünümü ve tecellîsi olduğunu ifade etmektedir.
Nedense meşhur tasavvufçular Allah ile kadın arasında bu ilişkiye çok hevesli ve düşkün görünmektedirler. Allah’ı kadın suretinde canlandırma yahut sevgililerini Allah suretinde takdim etme sevdası özellikle şair tasavvufçuların çok zevk aldığı bir meşrep gibi görünmektedir. İbn Arabi’den sonra İbn Farıd’in söylediklerine bakalım;
“Her güzel güzelliğini ondan alır, hatta her güzelin güzelliği ondan ödünçtür, Lubna’nın Kays’ı, hatta Leyla’nın Mecnun’u ve Azze’nin Kusayyir’i ona aşık oldu Hepsi, güzel bir surette ortaya çıkan suretinin güzelliğine aşık oldu. Kendisi o suretlerde tecelli edip göründüğü halde ondan başkası sandılar, Örtülü göründü, fakat her görünüşte başka türlü görünerek gizlendi, İlk yaratılışta annelik hükmünden önce, Adem’e Havva suretinde göründü. Baba olmak ve çocukların meydana gelmesi için ona aşık oldu. Başta görünüşler birbirine aşık oldu, buğz ile zıtların birbirine engellemesi yoktu Her devirde, zamana göre aşıklara her türlü görünümde görünmeğe devam etti. Birinde Lubna, diğerinde Buseyna görünür, aziz olsun, bazan Azze diye anılır. Bütün bunlar ondan başkası değildir, güzelliğinde de onun ortağı yoktur.[499] Bu gerçeği İbn Arabi ve İbn Farıd sevenlerinin çok iyi düşünmeleri ve hangi ölçü ile onu değerlendirdiklerini çok iyi anlamaları gerekir. Tanrısı*nın baştan başa bütün maddi varlıklar olduğunu söyleyen böyle bir kişiyi severken veya savunurken, onun bu düşüncelerini çok iyi hesaba katmaları lazımdır. Çünkü İbn Arabi, bu inancını bütün dünyaya açıkça ilan ederek şöyle demektedir;
“Allah, maddelerden soyut olarak hiçbir zaman müşahede edilmez. Varlık bakımından mevcudatın aynısıdır, muhdesat (sonradan olma) diye isimlendirilenler onun yüce zatıdır ve ondan başkası değildir. [500]
Bu konuda İbn Arabi’den daha fazla nakil yaparak okuyucuların yarası*na tuz ekmek istemiyoruz. Ancak şunu belirtmek isteriz ki, sofuluk, Hıristiyanlığı baştan çıkarıp hidayet ve doğruluğundan uzaklaştırmış, ruhani kut*sallık ve münzevi rahiplik, onun saflığını bulandırmıştır. Bunun sonucu ola*rak Allah ile insan arasında organik bir ilişki kurmaya kadar gitmiş, üç ortaklı bir ilaha tapmaya varmış ve rahiplik hayatına dönüşerek katıksız tevhidden sapmıştır.Bununla beraber İbn Arabi ve benzerlerindeki kadar her varlığı tanrı sayarak her şeye tapma derecesine düşmemiş, aksine Yüce Al*lah’ın insanlar arasından risaletle şereflendirdiği tertemiz bir zatı seçmiş, Allah’ın en büyük tecessüdü olduğuna inanarak onu tanrılaştırmıştır. Hz İsa’nın Allah’ın tecessüd ettiği insan olduğuna inanıp taptığı için de Hıristi*yanlar Allah’ın lanetine uğramışlardır. [501]
Ama tasavvufun şeyh-i, ekber’i teslis inancından daha çok ileri giderek Allah’ın leş ve putlarda, Samiri’nin buzağısında, Hz. Musa’nın Firavun’unda ve pislik içinde yuvarlanan vücutlarda tecessüd ettiğine inanmış, şehvetleri alevlenen, güdüleri tutuşan ve her günahkarın önünde sere serpe açılıp günah bataklığına taşıyan ahlaksız kadının vücuduna büründüğünü söylediği bir tanrı anlayışına sahiptir.[502]

e. İbn Arabi’ye Göre Allah Kullara Muhtaç

Yüce Allah “Ey insanlar, siz Allah’a muhtaçsınız, zengin ve övülmeye layık olan Allah’tır.[503] buyururken, İbn Arabi ve benzerleri kullara muhtaç bir tanrıya inanmakta ısrar ediyorlar. Varlığında, bilgisinde, kalıcılığında, yeme içmesinde, gizlilikten sonra açığa çıkma, yokluktan sonra meydana aelme ve yok olmasını önlemede kullara muhtaç bir ilaha inanıyorlar. İbn Arabi şöyle diyor:
“Varlığımız onun varlığıdır. Varlığımız açısından biz ona muhtaç, nefsinde zuhuru için o bize muhtaçtır.” Şöyle devam ediyor: “Sen ahkamla onun gıdası, o da varlık*la senin gıdandır. Senin özelliğin ne ise, onun özelliği de odur. Emir ondan sana ol*duğu gibi, senden de onadır. Ne var ki, sen mükellef diye adlandırılıyorsun. Gerçi halinle sen ona “Beni mükellef kıl” dediğin için seni mükellef kılmıştır. Ama o mü*kellef diye isimlendirilmez. O bana hamd eder, ben ona hamd ederim, o bana iba*det eder, ben ona ibadet ederim. [504]
İbn Arabi’nin bulanık zihninde bize uydurduğu, tasavvuf kutuplarının inandığı kozmopolit tanrı işte budur.[505]

f. İbn Arabi’nin Bilgi Kaynakları:

Acaba İbn Arabi, bu kozmopolit kültürünü veya din anlayışını hangi kay*naklardan almıştır? Başka bir deyişle İbn Arabi’nin kültürünü oluşturan unsurlar nelerdir? Kozmopolit düşüncelerine alet ettiği Kur’an ve Sünnet dışında hangi kaynaklardan beslenmiştir? İsterseniz bunları da İbn Arabi mütehassısı olan Dr. Ebu’l-A’la Afıfı’den dinleyelim. Kendisi bunları araştırmış ve ayrıntılı bir şekilde kitabında ortaya koymuştur. Şöyle diyor:
“İbn Arabi’nin başkalarından aldığı kelam doktrininde en az iki ayrı unsur bulunmaktadır:
a- Geniş çapta Stoacılardan, Philo’dan ve Yeni Eflatuncu’lardan alınan ve yine bu doktrinin metafizik ve insan boyutunu geniş çapta etkileyen Hellenistik unsur.
b-Başlıca İsmaililer ve Hallac’a ait olan ve daha çok tasavvufi yönü etkileyen İslami unsurlar.[506]
Bunlardan nasıl aldığını ve benzerliklerini de görelim: önce Philo’dan alışını ve benzerliklerini görelim. Philo’nun kelam felsefesinin İbn Arabi’nin öğretisi üzerine etkisi pek açık bir şekilde terminolojileri arasındaki hayret verici benzerlikte görülür. İbn Arabi’nin “kelam” kelimesini kullandığı çift anlam, yani ezeli hikmet tamamiyle Philo’ya ait bir karakterdir. İbn Arabi ve Philo’dan alınan şu terimler bu benzerliği ortaya koymaktadır: [507]

Philo’nun kullandığı terimler: İbn Arabi’nin kullandığı terimler:
1. Yüce Haham 1. İmam ya da kutup
2. Şefaatçi ya da Paraclate 2. eş-Şefi’
3. Allah’ın yüceliği 3. İnsan aynu’l-Hak
4. Allah’ın karanlığı ya da gölgesi 4. el-Haba ya da suretul-Hak
5. İdelerin idesi ya da ilk örnek ide 5. Hakikatu’l-hakaik
6. Allah ile alem arasındaki ortak merhale 6. Berzah
7. Vahiy ilkesi 7.Nuru Muhammedi/Hakikati Muhammediyye
8. Allah’ın doğan ilk oğlu 8. et-Taayyunu’l-Evvel (ilk yaratılan varlık)
9. Meleklerin ilki 9. Ruh
10. Halife 10. Halife
11. Anthropos Theou tou aidiou logos 11. Kelam, yetkin insan, ruh, alemin sebebi vd.
Ve nihayet hem Philo, hem de İbn Arabi öyle görünüyor ki, devamlı olarak:
a- Kelamı, külli akıl şeklinde telakki edilen uluhiyet saymakla,
b- Beşeri, hatta külli nefsin yalnızca bir yönü, başka deyişle kendisiyle kıyas kabul etmeyen ezeli nurun ancak bir yansıması saymak arasında ka*rarsızdırlar.
İbn Arabi’nin kaynaklarından biri de Hellenistik ve tahrif edilmiş Hristiyanlıktır. Kısaca, bunu da Dr. Afifi’den nakledelim:
“Hellenistik unsurun Hristiyan (Özellikle İskenderiyeli Kilise babaları) ve Yahudi düşünürler tarafından geniş ölçüde değiştirildikten sonra ve hat*ta onun bu değişik şekli bazı İslam filozofları veya Hallaç gibi sufilerin ellerinde daha fazla değişikliğe tabi tutulduktan sonra İbn Arabi’ye ulaşmış pek muhtemeldir. Külli kelamın bütün üretici ve yaratıcı faaliyetlerinde esaslı bir ilke olarak teslise verilen ağırlık, bir Hristiyan damgası taşımaktadır. Fakat İbn Arabi’yi etkileyen Hristiyanlığın kendisi değil, onun altında yatan felsefey*di. İbn Arabi’nin teslisi, üç şahsın (uknumun) değil, sadece göreli (nisbi) ci*hetlerin bir teslisidir. Muhammed’in Hakikati bile üç kısımdır.[508] İbn Arabi hu düşünceyi pek cesur bir şekilde aşağıdaki gibi deyimlendirir: “Her ne ka*dar bir olsa da, benim sevgilim üçtür. [509]
İbn Arabi’nin kelam doktrini ile İncil ve St. John’un ilk mektubunda or*taya koyduğu şekliyle Hristiyan kelam doktrini arasındaki bir başka dikka*te değer benzerlik, Muhammed’in Hakikati ile İsa’nın (Kelam) her iki doktrinde ele alınış tarzında açıkça görülebilir. İsa, Baba ile alem arasında bir aracı, “Zamana tabi alemin tezahür ettiği zamansız hayattır. “Kelam (İsa) Babanın şerefidir, onda ve onunla Allah’ın ezeli olarak kendisine yerleştirdi*ği bütün zenginlikleri zamanda teşhir eder. Vahyedilen, rehber vb. odur. [510]
İbn Arabi’nin kaynaklarından biri de Hallacın kültürüdür. Afifi şöyle di yor: “Hallaç burada İbn Arabi’nin mürşidlerinden biri olarak ortaya çıkar. İbn Arabi’nin kelam öğretisini onun hazırladığı, kesin bir şekilde görülmek*tedir. Hallaç, İslam kelamı gibi bir şeye işaret eden ve Hz. Muhammed’in uluhiyeti (Bkz. Tasinu’s-Sirac, 9) üzerinde ısrarla duran, hatta onun ebedi ve ezeliliğini ileri süren ilk sufilerdendi. Hallaç “Muhammed’in varlığı yok*luktan bile öncedir, adı ise kalem adından önce gelir, cevherler ve arazlar da önce ve sonranın (nisbetler olarak) hakikatlerinden önce bilinmekteydi. Ne doğulu, ne de batılı olan bir kabileden gelir” diyor. (Bkz. Tavasin, 12). İbn Arabi, Hallac’ın basit konusunu benimseyerek metafizik bir kelam nazariye*si haline koydu ve kendi metafizik sistemi içinde ona bir yer ayırdı. [511]
İbn Arabi’nin görüşünü etkilediği söylenebilen sufiler arasında Hallac’ın en büyük etkiyi yaptığı anlaşılmaktadır. Öyle görülüyor ki, İbn Arabi, Hal*lac’ın tasavvufi sözlerine yakından aşina idi. Hatta es-Siracu’l-Vahhac fi Şerhi Kelami’l-Hallac adıyla Hallacın deyimlerine bir şerh yazdığı sanıl*maktadır. Hallac’dan etkilendiği veya birbirine benzedikleri noktalar şöyle Özetlenebilir:
a- Bir ve çok (vahdet ve kesret) meselesi.[512]
b- Kelam görüşü ve Muhammed’in ezelde varlığı meselesi, Hallacın Huve Huve’si ile İbn Arabi’nin Yetkin İnsanı. [513]
c- Muhammedin Nurunun doğrudan doğruya bir tecellisi olan batıni bilginin mahiyeti. [514]
d- Bizatihi Allah’a ait olan birlik ile ona atfedilen birlik arasındaki fark. [515]
e- Hakkın perdesi olan halk alemi. [516]
f- İlahi aşk nazariyesi. [517]
g- Meşia ile irade arasındaki fark ve şeriatla ilahi buyruk arasındaki münasebet. [518]
h- Allah’ın bilinemezliği.
i- Kuranın te’vili. [519]
Şüphesiz Hallaç, İbn Arabi’nin mensup olduğundan farklı bir sufiler zümresine mensuptur. Fakat İbn Arabi, Hallacın birçok sözlerinde kendi vahdeti vücutçu görüşlerinin tohumlarını ekmek için verimli bir toprak bul*muştur. Hallacın fikirlerinden birçoğunu kendi sistemine uyduracak şekil*de değiştirir. [520]
İbn Arabi’nin düşünce ve kültür kaynaklarından biri de İhvan-ı Safa ri*saleleridir. Bu konuda da Afifi şöyle demektedir:
“İhvan-ı Safa risalelerinde ansiklopedik bir şekilde İslam rasyonalizmini, sufiliğini, maniliği, Zerdüştlüğü ve daha birçok İran ve Yunan’dan alınmış fikirleri ve mezhep ayrılıklarını hep bir arada bulmaktayız.
İbn Arabi ve aynı zamanda daha birçok doğulu ve batılı (Endülüslü) sufilerin tasav*vuf görüşleri için zengin malzemeyi İhvan-ı Safa’dan aldıkları anlaşılmaktadır. Za*ten diğer Yunan ve Hristiyan felsefeleri iie karışmış olan Yeni Eflatunculuk, İbn Arabi’ye bu kanaldan ulaşmış olsa gerektir, İhvan-ı Safa’nın bu yapısını daha kü*çük ölçüde İbn Arabi’nin kitaplarında buluyoruz. Fakat ihvan-ı Safa risalelerinden şeyleri onlara kendi vahdeti vücutçu fikirlerini aşılamak sureliyle kendi arzu ettiği şekilde yorumlamış bulunmaktadır…
İbn Arabi, İsmaililerin, özellikle İhvan-i Safa’ya has nazariye türündeki öğreti ve metodlarını etkilediği tek İslam tasavvufçusu değildir. Aynı etki bir başka yerde de görülmekte ve aynı sebebin benzeri bir eseri meydana getirdiği ortaya çıkmaktadır. Mesela Halep’li Suhreverdi’nin sufi meselesiyie İbn Sebe’ninkinde İbn Arabi ve İhvan-i Safa felsefesinin birçok bölümlerine benzeyen dikkate değer hususlar vardır. İbn Arabi’nin, İhvan-ı Safa risalelerinde yer alan şeylerden çok, Yunan felsefesine, mesela özellikle kelam görüşüne Philo Judeaus ve Stoalıların felsefesine aşina ol*duğu bir gerçektir. Öyle görülüyor ki İbn Arabi, bu arada İslam Yeni Eflatuncularından ve Farabi’den özellikle Kur’an’daki Kelam, Levh ve Arş kelimelerini; Plotinus’undan da ilk akıl, evrensel (külli) nefs, evrensel cisim vb. kelimeleri öğrenmiş*tir…

İbn Arabi’nin felsefesini izah metodu, yani İslami nasslardan başlayarak yavaş yavaş onları tadil etmek suretiyle arzu ettiği felsefi fikri, onlara işleme ve nihayet onla*rı açıklama tarzı, aslında İhvan-ı Safa’nınkiyle aynıdır. İbn Arabi’yi bu yola sürükle*yen saik, İhvan-ı Safa’nınkinden temelli bir şekilde ayırd edilebilirse de fiili sonucu aynıdır. İbn Arabi’nin samimi olarak benimsemiş göründüğü şey, onların İslami ahiret nazariyesini, Kur’an ve hadislerin tamamını tevil yoluna gitmeleri, tek hedefleri olan İslam’ı ve ilkelerini yıkmayı sağlama şeklindeki ana metodlarıydı.[521] İbn Arabi’nin bilgi ve düşünce kaynaklarından birinin de Ismaili Karmatiler olduğu kaydedilmekte ve iki taraf arasındaki benzerlikler de belirtil*mektedir. [522]

Şüphesiz Hallaç, İbn Arabi, el-Cîlî, Suhreverdi ve benzerlerinin tasavvuf anlayışını etkileyen sadece yukarıda sayılan unsurlar değildir. Belki vahdet-i vücut, hulul ve ittihad inancının tasavvufa sızdığı yerlerden biri de Iran yolu ile İslam alemine giren Budizm ve Brahmanizm dinleridir. Başta Hallaç olmak üzere birtakım tasavvuf meşhurlarında gördüğümüz İslam dı*şı bu unsurların dolaylı olarak Hint dinlerine dayandığı bir karşılaştırma ile hemen ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu dinlerden vahdet-i vücut inancını çıkardığımız zaman çöktüklerini ve temel niteliklerini yitirdiklerini görü*rüz. Hint dinlerindeki vahdet-i vücut ile tasavvuftaki vahdet-i vücudun aynı şey olduğunu görmek isteyenler el-Biruni’nin açıklamalarına baksınlar.[523]
İbn Arabi’nin kültüründe bu kadar yabancı unsurun birleşmiş olması nasıl olabilir? diye okuyucunun aklına bir soru gelebilir. Bunun cevabını kendisi vermektedir. Yukarıda naklettiğimiz sözü ile İslam kültürü yanında Hint, Yunan, Yahudi ve Hristiyan kültürünü alıp hepsini sentez ettiği açıkça ifade etmiştir. Onun için İbn Arabi’nin düşünce sisteminde bütün yabancı unsurlar etkili ve bariz bir rol oynamıştır.

İbn Arabi, ilmini ve kitaplarını direkt Rasulullah’tan aldığını, Levhi Mahfuz’dan vasıtasız yazdığını iddia etmektedir. [524] Vahdet-i vücut inancını sistemleştirip tevhid inancına meydan okurcasına halka sunmaktadır.
Kur’an ayetlerini tahrif ederek kafir Hud kavminin sırat-ı müstakim üzere olduklarını, Firavn’un imanı kamil bir mümin olduğu gibi, Nuh kav*minin de mümin bir kavim olduğu ve bu imanlarından dolayı Allah onları mükafatlandırıp vahdet deryasına batırdığı, nimetini tadmaları için ilahi sevgi ateşine soktuğu, Hz. Harun’un İsrail oğullarını buzağıya tapmaktan alıkoymakta yanıldığı, çünkü buzağının gerçek mabud veya onun suretlerin*den bir suret olduğu, Nuh kavminin Ved, Yeğus, Yeûk, Suva’ ve Nesr putla*rına tapmayı bırakmamakla isabet ettikleri, çünkü bu putların ilahın birer görünümü oldukları, tatlılık kökünden gelen azabın gerçekte rahmet ve hoş bir şey olduğu, rahmete uğramayan ve rızaya kavuşmayan hiçbir insanın bulunmadığı, birşey var olmadan önce Allah’ın onu bilemeyeceği, çünkü bir şeyin varlığının ilmin varlığı demek olduğu, hatta her şeyin varlığının Alllah’ın varlığının tercümesi olduğu ve benzeri İslam dışı şeyleri söylemesine rağmen,[525]
İbn Arabi bunların hepsini eksiltmeden ve çoğaltmadan doğru*dan Rasululah’tan, [526]
hatta Allah’tan[527]
aldığını söylemiş ve Rasululah’ın bunları insanlara tebliğ etmesini emrettiğini de iddia etmiştir. [528]

Tasavvufçuların en meşhuru olan İbn Arabi, tasavvufçular için çok tuhaf bir tanrı uydurmuştur. Birbiriyle çelişen iki zıddı zatında ve sıfatlarında toplayan tuhaf bir tanrı! Gerçek varlık O, gerçek yokluk da O, yaratan da, yaratılan da O’dur. Her varlığın kendisidir. Sıfatları da var ve yok olan her varlığın sıfatlarıdır. Yüce Hak ve çirkin batıl O’dur. Bir defa olsun, meydana gelmesini aklın tasavvur edemeyeceği müstakil O, meydana gelmesi ve im*kan dışılığı sözkonusu olmayan mümkün O’dur. Mü’min O, kafir O’dur. Ar*şın altında secde eden melek O, cehennemde yanan şeytan O’dur. Gözyaşla*rı dökerek teşbih eden abid O, günahlarıyla dillere destan olan kötü O’dur. İbn Arabi’nin anlayışında tanrı, bütün zıtlıkları benliğinde toplayan böyle tuhaf bir tanrıdır.[477]

a. İbn Arabi’ye Göre Herşey Allah’tır

İbn Arabi’ye göre Allah her şeydir yahut her şey Allah’tır. Çünkü vahdeti inancına göre alemde ikilik değil, birlik vardır. Bu birlik ya Allah’ın şey olması yahut her şeyin Allah olmasıyla sağlanmış olmaktadır. İbn Arabi bu inancı şöyle ifade etmektedir:
“Onlar kendisi olduğu halde, eşyayı açığa çıkaran münezzeh olsun.[478] “Arif, hakkı (Allah’ı) her şeyde gören, belki her şeyin kendisi olarak görendir. [479] İbn Arabi, Allahın, yaratıkların nitelendiği bütün sıfatlarla nitelenmesi onların tanımlarının aynı zamanda Allah’ın tanımı olduğunu da söyleye*rek inancını şöyle pekiştirmektedir:
“Her şeyin tarifi (haddi) aynı zamanda Hakk’ın (Allah’ın) tarifidir. Yaratıkların ve eserlerin müsemmalarında sirayet etmiştir. Gören de, görülen de odur. Alem onun suretidir. Alemin ruhu ve yöneticisi de O’dur. O büyük insandır. [480] Alemde görülen bütün suretlerin Allah olduğunu ifade ederek şöyle de*vanı etmektedir:
“Onlar hakkın zahiri (görüntüsü)’dür. Çünkü o zahirdir. Onların batını (gizlisi) de O’*dur. Çünkü batın O’dur. Evvel de O’dur. Çünkü bunlar yok iken O vardı. Ahir de O’dur. Çünkü bunlar ortaya çıktığı zaman Allah onların kendisiydi. [481] İbn Arabi, tanrı anlayışını belirterek şöyle devam ediyor: “O, ortaya çı*kanların kendisidir. Ortaya çıktığı durumda gizli olanların da kendisidir. Ortada başkasının gördüğü bir şey yoktur. [482] “Kendisinden batın olacak bir şey de yoktur. O kendisine zahir ve kendisinden gizli (batın)’dır. Ebu Said el-Harraz[483] diye adlandırılan da odur. Görülen ve isimlendirilen başka var*lıklar da odur[484]
İbn Arabi’ye göre, Allah’ı bilen gerçek arif, Allah’ın tabiattaki varlıkların suretlerinde sirayet edişini, yani panteizmi gören ve alemdeki bütün varlık*ların suretlerinde Allah’ın bizzat suretini müşahede eden kimsedir. [485]
Fususu’l-Hikem kitabını tercüme ve şerheden A. Avni konuk da bu anla*yışı tekit ederek Gülşen-i Raz’dan şu alıntıyı yapmaktadır:
“Madem ki eşya varlığının görünümleridir, o halde put da o görünümlerden biridir Ey aklı olan adam! İyi düşün, put varlık bakımından batıl değildir. Bil ki Allah onun yaratıcısıdır. İyiden sadır olan her şey İyidir, O makamda ne var olmuşsa, hayrın kendisidir. Onda bir şer varsa, o da başkasındandır.
Müslüman putun ne olduğunu bilseydi, [486]dinîn putperestlikten ibaret olduğunu an*lardı. Müşrik putun farkında olsaydı, dininde hiç dalalete düşer miydi? O, putun an*cak dış yaratılışını gördü, onun için şeriatta kafir oldu. Sen de onda gizli olan Hak’kı görmezsen, şeriatta sana da müslüman demezler. [487]
Görüldüğü gibi, İbn Arabi’nin anlayışındaki tanrı, her türlü varlık ve yokluğu içine almaktadır. Şöyle diyor: “Kendi kendine yüce olan, örf, akıl ve şeriatta ister iyi, ister kötü olsun, hiçbir sıfattan yoksun kalmayacak şekilde varlık ve yokluğa ait bütün özellikleri kapsayan kemale sahip olandır. İşte bu, sadece Allah’ın müsemmasına mahsustur. [488]
Varlığın dirilteceği ve yokluğun yok edeceği hangi tanrıdır bu? Örf, akıl ve şeriatta kotülenebilecek hangi ilahtır bu? İbn Arabi’nin anlayışındaki tanrı bütün kötülüklere sahip bir tanrı olmaktadır. Böyle olunca onu örf, akıl ve şeriat neden kötülemesin?[489]

b. Allah’ın Sıfatları Yaratıkların Sıfatlarıdır.

İbn Arabi’nin anlayışındaki tanrı, acizlik ve zilletle, noksanlık ve ahmak*lıkla nitelenecek bir varlıktır. Kötülük ve zilletle tavsif edilebileceğini ifade ederek şöyle diyor:
“Hakkın, yaratıkların sıfatlarıyla ortaya çıktığını (göründüğünü) görmüyor musun? Bunu kendisi belirtmiştir. Noksanlık ve kötülük sıfatlarıyla ortaya çıktığını kendisi ifade etmiştir. Yaratıkların da başından sonuna kadar hakkın sıfatlarıyla ortaya çık*tığını görmüyor musun? Yaratıkların sıfatları O’nun için hak olduğu gibi, O’nun sı*fatları da yaratıklar için haktır. [490]
İbn Arabi, Allah’ın sıfatlarını mecazi olarak yaratıklara verdiğini yahut yaratıkların sıfatlarının mecazi manada Allah’ın sıfatları olduğunu söyledi*ğini herhangi bir insanın tevehhüm etmesinden korkmuş ve birinci şıkta söylenenlerin mecazi manada değil, gerçek manada olduğunu söylemiştir. “Onun için yaratıkların sıfatları da hakkın sıfatlarıdır” diyerek mecazi ma*nada değil, gerçek manada böyle olduğunu belirtmiştir. İnsanlara anlayışındaki tanrı hakkındaki hükümlerinde yahut onu acizlik, noksanlık ve kötülük gibi sıfatlarla nitelemesinde ve diğer yaratıklarla aynı görmesinde bir mecazın bulunmadığını vurgulamak istemekte ve şöyle demektedir: “Al*lah’ın Rablık, ilahlık, yaratma, rızık verme ve diğer bütün sıfatları yaratık*lar için haktır. “Yani bu sıfatlar aynı zamanda yaratıkların da sıfatlarıdır. Onun için yaratıklar mecaz olarak değil, gerçek olarak Allah’ın sıfatlarını taşırlar. İşte İbn Arabi’nin tanrı anlayışı bu şekildedir. [491]

c. İbn Arabi’ye Göre Allah Her şeydir.

İslam’a göre yıldızlara tapanlar kafir olmuşlardır. Buzağıya tapan yahudiler de kafir olmuşlardır. Hristiyanlar da üç ortaklı (teslis) bir tanrıya tap*tıkları için kafir olmuşlardır. Cahiliyye Arapları da ölenlerin putunu dikip hayatta kendilerine umut ve emellerle yöneldikleri gibi, ölümden sonra da benzer umut ve emellerle kendileriyle Allah arasında aracılıklarını sağlamak için putlara taptıklarından dolayı kafir olmuşlardır. Bütün bu gruplar ve insanlar Allah’tan başka varlıklara taptıkları için kafir oluyorken, acaba her şeye tapmaya çağıran İbn Arabi ve benzerleri için İslam’ın hükmü ne olur? Her şeye ibadete davet eden bu gibileri için ne diyeceksiniz?
İbn Arabi, bunu pervasızca ifade ederek şöyle demektedir: “Mükemmel arif, tapılan herşeyin hakkın açığa çıktığı ve kendisinde hakka ibadet edildi*ğini görendir. Onun için tapılan bu tanrılara taş, ağaç, hayvan, insan, yıldız, melek gibi özel ismi yanında tapanlar onlara ilah adını vermişlerdir.[492]
İbn Arabi’nin havarisi Abdulkerim el-Cîlî de şöyle demektedir: “Zatı iti*bariyle yüce olan Hakkın açığa çıktığı her varlığa tapmak gerekir. O, alemin zerrelerinde açığa çıkmış (zahir olmuş)’tur. [493]
Ne dersiniz? İbn Arabi ve benzerleri, her dinden almış ve daha önce ka*firlerin ibadet ettiği her şeyi tanrılaştırmış olmuyor mu? Cahiliye tanrıları olan taşa, ağaca, Firavunculuğun ve Yahudiliğin tanrıları olan hayvanlara, Hıristiyanlık ve gulat Şiiliğin tanrısı olan insana, Sabiilerin tanrıları olan yıldızlara ve meleklere tapma özlem ve sempatisiyle İbn Arabi’nin iliklerine kadar dolu olduğu görülmüyor mu?
İbn Arabi’nin bu anlayışını değerlendiren Doç. Dr. Salih Akdemir şoyle demektedir:
“Aşkın (muteal) Allah inancından yüz çeviren İbn Arabi’nin vahiy, din, ahiret, cennet ve cehennem konularında da Kur’anı Kerim’e tamamen ters düşen görüşler ile*ri sürmesi şaşırtıcı olmasa gerektir. Nitekim onun, İsmail kelimesindeki âl-i hikmetten (yüce hikmetten) söz ederken vahyi inkar ettiğini görüyoruz. “Sana gelen vahiy başkasından gel*mez, sen de bunu başkasına vermezsin[494] demektedir.
İbn Arabi’nin öğretisinde varlık bir olduğuna, dolayısıyla insan ile Allah arasında bir fark bulunmadığına göre, vahiy konusunda Allah ile insan arasında bir ikilik koy*manın bir anlamı yoktur. Bu yüzden peygamber de olsa, hiç kimse dışarıdan vahiy ya da başka bir bilgi elde edemediği gibi, bu bilgiyi başkasına da aktaramaz. İnsan her türlü bilgiyi bizzat kendinden elde eder. Ona dışarıdan hiçbir şey gelmez.
İbn Arabi, Şit kelimesindeki nefsin hikmetinden söz ederken bu konuyu şöyle açıklığa kavuşturur: Suretleri ne kadar farklı olursa olsun, hiç kimsede Allah’tan bir şey yoktur ve hiç kimsede kendinden olandan başka bir şey yoktur. Bu hakikati, bu işin böyle olduğunu Allah ehlinden çok az kimse bilir. Bunu anlayan kimseyi görür*sen, ona güven, çünkü o yüce Allah’ın seçkin kullarından tertemiz biridir. Herhangi bir keşif sahibi, önceden bilmediği yeni bilgileri kendisine ulaştıran bir suret müşahade ederse (iyi bilsin ki) bu suret onun aynı olup asla başkasının değildir. Demek ki o, ilminin meyvesini bizzat kendi nefsinden toplamaktadır. [495] Açıkça görülmektedir ki, İbn Arabi vahiy de dahil olmak üzere, dışarıdan gelen her türlü bilgiyi imkansız görmektedir. Bu yüzden onun, Cibril aleyhisselamın Hz. Peygambere gelişini inkar etmesine şaşmamak lazımdır. Ona göre Cibril, Hz. Peygamber’in hayal gücünün bir mahsûlü olarak ortaya koyduğu bir varlıktır. İstediği kadar Cibril ile konuştuğunu zannetsin, aslında o kendi kendine konuşmaktan ve kendi kendini dinlemekten başka hiçbir şey yapmamıştır, demektedir. [496] İbn Arabi, istediği kadar nebi ve rasul arasındaki farklardan söz etsin, Fususu’l-Hikem’inde her peygambere müstakil bir bölüm ayırsın, vahiy müessesesini inkar et*tikten sonra bunun ne anlamı olabilir? [497]

d. Allah'ın Kadın Suretinde Görünmesi

İbn Arabi, isteklerine ram olmaya bir türlü yanaşmayan kadının Allah’ın güzel tecellisi olduğunu söylemektedir. İbn Arabi’nin dişiyi tanrılaştırma konusunda ne kadar sarih olduğunu gösteren Fusulul-Hikem kitabındaki şu sözlerine bakınız:
“Erkek, kadını sevdiği zaman, onunla yatmak istemiştir. Yani sevginin sonunda meydana gelen şey! Nikah (kadın-erkek münasebeti)’tan daha büyük bir kavuşma yoktur. Onun için şehvet, kişinin bütün vücudunu kaplar. Onun için kişinin yıkan*ması emredilmiştir. Oluştuğu zaman, şehvet bütün vücudu kapladığı için vücudun tamamının yıkanması istenmiştir. Şüphesiz Allah, kulunun kendisinden başka bir şeyle lezzet bulduğuna inanmasını çok kıskanır. Onun için, kendisinde fena buldu*ğu (kadın) suretine girerek, tekrar kendisine dönmesi için yıkanma (gusul) île onu temizlemiştir. Çünkü bundan başkası olmaz.
Erkek, Allah’ı kadında müşahede ederse, buna münfailde müşahede denir. Kadı*nın kendisinden zuhuru (Havva’nın Adem’den yaratılması) açısından kendisinde müşahede ederse, buna da failde müşahede denir. Kendisinden oluştuğu varlığın suretini göz önünde bulundurmadan kendi nefsinde müşahede ederse, buna da vasıtasız Allah’tan münfail olanda müşahede denir. Allah’ı kadında müşahede etmesi tam ve en mükemmeldir. Çünkü Allah’ı fail ve münfail olarak, özellikle kendisi de münfail olarak müşahede etmektedir. Onun için Rasulullah kadınları sevmiştir. Çünkü Allah, onlarda çok mükemmel müşahede edilmektedir. Zira Allah, maddelerden soyut olarak hiçbir zaman müşahede edilmez. Allah’ın kadınlarda müşahe*de edilmesi en büyük ve en mükemmeldir. Kavuşmanın en büyüğü de nikah (cinsi münasebet)dir.[498]
İbn Arabi’nin tanrı anlayışını bu ibarelerden çıkarabilirsiniz. İbn Arabi, tanrının en mükemmel ve eksiksiz olarak şehvet küpü haline gelen erkeğin musallat olduğu kadın olarak ortaya çıktığını söylemektedir. İffetli kadın*dan en ahlaksız ve iffetsiz kadına kadar bütün kadınların Allah’ın en güzel görünümü ve tecellîsi olduğunu ifade etmektedir.
Nedense meşhur tasavvufçular Allah ile kadın arasında bu ilişkiye çok hevesli ve düşkün görünmektedirler. Allah’ı kadın suretinde canlandırma yahut sevgililerini Allah suretinde takdim etme sevdası özellikle şair tasavvufçuların çok zevk aldığı bir meşrep gibi görünmektedir. İbn Arabi’den sonra İbn Farıd’in söylediklerine bakalım;
“Her güzel güzelliğini ondan alır, hatta her güzelin güzelliği ondan ödünçtür, Lubna’nın Kays’ı, hatta Leyla’nın Mecnun’u ve Azze’nin Kusayyir’i ona aşık oldu Hepsi, güzel bir surette ortaya çıkan suretinin güzelliğine aşık oldu. Kendisi o suretlerde tecelli edip göründüğü halde ondan başkası sandılar, Örtülü göründü, fakat her görünüşte başka türlü görünerek gizlendi, İlk yaratılışta annelik hükmünden önce, Adem’e Havva suretinde göründü. Baba olmak ve çocukların meydana gelmesi için ona aşık oldu. Başta görünüşler birbirine aşık oldu, buğz ile zıtların birbirine engellemesi yoktu Her devirde, zamana göre aşıklara her türlü görünümde görünmeğe devam etti. Birinde Lubna, diğerinde Buseyna görünür, aziz olsun, bazan Azze diye anılır. Bütün bunlar ondan başkası değildir, güzelliğinde de onun ortağı yoktur.[499] Bu gerçeği İbn Arabi ve İbn Farıd sevenlerinin çok iyi düşünmeleri ve hangi ölçü ile onu değerlendirdiklerini çok iyi anlamaları gerekir. Tanrısı*nın baştan başa bütün maddi varlıklar olduğunu söyleyen böyle bir kişiyi severken veya savunurken, onun bu düşüncelerini çok iyi hesaba katmaları lazımdır. Çünkü İbn Arabi, bu inancını bütün dünyaya açıkça ilan ederek şöyle demektedir;
“Allah, maddelerden soyut olarak hiçbir zaman müşahede edilmez. Varlık bakımından mevcudatın aynısıdır, muhdesat (sonradan olma) diye isimlendirilenler onun yüce zatıdır ve ondan başkası değildir. [500]
Bu konuda İbn Arabi’den daha fazla nakil yaparak okuyucuların yarası*na tuz ekmek istemiyoruz. Ancak şunu belirtmek isteriz ki, sofuluk, Hıristiyanlığı baştan çıkarıp hidayet ve doğruluğundan uzaklaştırmış, ruhani kut*sallık ve münzevi rahiplik, onun saflığını bulandırmıştır. Bunun sonucu ola*rak Allah ile insan arasında organik bir ilişki kurmaya kadar gitmiş, üç ortaklı bir ilaha tapmaya varmış ve rahiplik hayatına dönüşerek katıksız tevhidden sapmıştır.Bununla beraber İbn Arabi ve benzerlerindeki kadar her varlığı tanrı sayarak her şeye tapma derecesine düşmemiş, aksine Yüce Al*lah’ın insanlar arasından risaletle şereflendirdiği tertemiz bir zatı seçmiş, Allah’ın en büyük tecessüdü olduğuna inanarak onu tanrılaştırmıştır. Hz İsa’nın Allah’ın tecessüd ettiği insan olduğuna inanıp taptığı için de Hıristi*yanlar Allah’ın lanetine uğramışlardır. [501]
Ama tasavvufun şeyh-i, ekber’i teslis inancından daha çok ileri giderek Allah’ın leş ve putlarda, Samiri’nin buzağısında, Hz. Musa’nın Firavun’unda ve pislik içinde yuvarlanan vücutlarda tecessüd ettiğine inanmış, şehvetleri alevlenen, güdüleri tutuşan ve her günahkarın önünde sere serpe açılıp günah bataklığına taşıyan ahlaksız kadının vücuduna büründüğünü söylediği bir tanrı anlayışına sahiptir.[502]

e. İbn Arabi’ye Göre Allah Kullara Muhtaç

Yüce Allah “Ey insanlar, siz Allah’a muhtaçsınız, zengin ve övülmeye layık olan Allah’tır.[503] buyururken, İbn Arabi ve benzerleri kullara muhtaç bir tanrıya inanmakta ısrar ediyorlar. Varlığında, bilgisinde, kalıcılığında, yeme içmesinde, gizlilikten sonra açığa çıkma, yokluktan sonra meydana aelme ve yok olmasını önlemede kullara muhtaç bir ilaha inanıyorlar. İbn Arabi şöyle diyor:
“Varlığımız onun varlığıdır. Varlığımız açısından biz ona muhtaç, nefsinde zuhuru için o bize muhtaçtır.” Şöyle devam ediyor: “Sen ahkamla onun gıdası, o da varlık*la senin gıdandır. Senin özelliğin ne ise, onun özelliği de odur. Emir ondan sana ol*duğu gibi, senden de onadır. Ne var ki, sen mükellef diye adlandırılıyorsun. Gerçi halinle sen ona “Beni mükellef kıl” dediğin için seni mükellef kılmıştır. Ama o mü*kellef diye isimlendirilmez. O bana hamd eder, ben ona hamd ederim, o bana iba*det eder, ben ona ibadet ederim. [504]
İbn Arabi’nin bulanık zihninde bize uydurduğu, tasavvuf kutuplarının inandığı kozmopolit tanrı işte budur.[505]

f. İbn Arabi’nin Bilgi Kaynakları:

Acaba İbn Arabi, bu kozmopolit kültürünü veya din anlayışını hangi kay*naklardan almıştır? Başka bir deyişle İbn Arabi’nin kültürünü oluşturan unsurlar nelerdir? Kozmopolit düşüncelerine alet ettiği Kur’an ve Sünnet dışında hangi kaynaklardan beslenmiştir? İsterseniz bunları da İbn Arabi mütehassısı olan Dr. Ebu’l-A’la Afıfı’den dinleyelim. Kendisi bunları araştırmış ve ayrıntılı bir şekilde kitabında ortaya koymuştur. Şöyle diyor:
“İbn Arabi’nin başkalarından aldığı kelam doktrininde en az iki ayrı unsur bulunmaktadır:
a- Geniş çapta Stoacılardan, Philo’dan ve Yeni Eflatuncu’lardan alınan ve yine bu doktrinin metafizik ve insan boyutunu geniş çapta etkileyen Hellenistik unsur.
b-Başlıca İsmaililer ve Hallac’a ait olan ve daha çok tasavvufi yönü etkileyen İslami unsurlar.[506]
Bunlardan nasıl aldığını ve benzerliklerini de görelim: önce Philo’dan alışını ve benzerliklerini görelim. Philo’nun kelam felsefesinin İbn Arabi’nin öğretisi üzerine etkisi pek açık bir şekilde terminolojileri arasındaki hayret verici benzerlikte görülür. İbn Arabi’nin “kelam” kelimesini kullandığı çift anlam, yani ezeli hikmet tamamiyle Philo’ya ait bir karakterdir. İbn Arabi ve Philo’dan alınan şu terimler bu benzerliği ortaya koymaktadır: [507]

Philo’nun kullandığı terimler: İbn Arabi’nin kullandığı terimler:
1. Yüce Haham 1. İmam ya da kutup
2. Şefaatçi ya da Paraclate 2. eş-Şefi’
3. Allah’ın yüceliği 3. İnsan aynu’l-Hak
4. Allah’ın karanlığı ya da gölgesi 4. el-Haba ya da suretul-Hak
5. İdelerin idesi ya da ilk örnek ide 5. Hakikatu’l-hakaik
6. Allah ile alem arasındaki ortak merhale 6. Berzah
7. Vahiy ilkesi 7.Nuru Muhammedi/Hakikati Muhammediyye
8. Allah’ın doğan ilk oğlu 8. et-Taayyunu’l-Evvel (ilk yaratılan varlık)
9. Meleklerin ilki 9. Ruh
10. Halife 10. Halife
11. Anthropos Theou tou aidiou logos 11. Kelam, yetkin insan, ruh, alemin sebebi vd.
Ve nihayet hem Philo, hem de İbn Arabi öyle görünüyor ki, devamlı olarak:
a- Kelamı, külli akıl şeklinde telakki edilen uluhiyet saymakla,
b- Beşeri, hatta külli nefsin yalnızca bir yönü, başka deyişle kendisiyle kıyas kabul etmeyen ezeli nurun ancak bir yansıması saymak arasında ka*rarsızdırlar.
İbn Arabi’nin kaynaklarından biri de Hellenistik ve tahrif edilmiş Hristiyanlıktır. Kısaca, bunu da Dr. Afifi’den nakledelim:
“Hellenistik unsurun Hristiyan (Özellikle İskenderiyeli Kilise babaları) ve Yahudi düşünürler tarafından geniş ölçüde değiştirildikten sonra ve hat*ta onun bu değişik şekli bazı İslam filozofları veya Hallaç gibi sufilerin ellerinde daha fazla değişikliğe tabi tutulduktan sonra İbn Arabi’ye ulaşmış pek muhtemeldir. Külli kelamın bütün üretici ve yaratıcı faaliyetlerinde esaslı bir ilke olarak teslise verilen ağırlık, bir Hristiyan damgası taşımaktadır. Fakat İbn Arabi’yi etkileyen Hristiyanlığın kendisi değil, onun altında yatan felsefey*di. İbn Arabi’nin teslisi, üç şahsın (uknumun) değil, sadece göreli (nisbi) ci*hetlerin bir teslisidir. Muhammed’in Hakikati bile üç kısımdır.[508] İbn Arabi hu düşünceyi pek cesur bir şekilde aşağıdaki gibi deyimlendirir: “Her ne ka*dar bir olsa da, benim sevgilim üçtür. [509]
İbn Arabi’nin kelam doktrini ile İncil ve St. John’un ilk mektubunda or*taya koyduğu şekliyle Hristiyan kelam doktrini arasındaki bir başka dikka*te değer benzerlik, Muhammed’in Hakikati ile İsa’nın (Kelam) her iki doktrinde ele alınış tarzında açıkça görülebilir. İsa, Baba ile alem arasında bir aracı, “Zamana tabi alemin tezahür ettiği zamansız hayattır. “Kelam (İsa) Babanın şerefidir, onda ve onunla Allah’ın ezeli olarak kendisine yerleştirdi*ği bütün zenginlikleri zamanda teşhir eder. Vahyedilen, rehber vb. odur. [510]
İbn Arabi’nin kaynaklarından biri de Hallacın kültürüdür. Afifi şöyle di yor: “Hallaç burada İbn Arabi’nin mürşidlerinden biri olarak ortaya çıkar. İbn Arabi’nin kelam öğretisini onun hazırladığı, kesin bir şekilde görülmek*tedir. Hallaç, İslam kelamı gibi bir şeye işaret eden ve Hz. Muhammed’in uluhiyeti (Bkz. Tasinu’s-Sirac, 9) üzerinde ısrarla duran, hatta onun ebedi ve ezeliliğini ileri süren ilk sufilerdendi. Hallaç “Muhammed’in varlığı yok*luktan bile öncedir, adı ise kalem adından önce gelir, cevherler ve arazlar da önce ve sonranın (nisbetler olarak) hakikatlerinden önce bilinmekteydi. Ne doğulu, ne de batılı olan bir kabileden gelir” diyor. (Bkz. Tavasin, 12). İbn Arabi, Hallac’ın basit konusunu benimseyerek metafizik bir kelam nazariye*si haline koydu ve kendi metafizik sistemi içinde ona bir yer ayırdı. [511]
İbn Arabi’nin görüşünü etkilediği söylenebilen sufiler arasında Hallac’ın en büyük etkiyi yaptığı anlaşılmaktadır. Öyle görülüyor ki, İbn Arabi, Hal*lac’ın tasavvufi sözlerine yakından aşina idi. Hatta es-Siracu’l-Vahhac fi Şerhi Kelami’l-Hallac adıyla Hallacın deyimlerine bir şerh yazdığı sanıl*maktadır. Hallac’dan etkilendiği veya birbirine benzedikleri noktalar şöyle Özetlenebilir:
a- Bir ve çok (vahdet ve kesret) meselesi.[512]
b- Kelam görüşü ve Muhammed’in ezelde varlığı meselesi, Hallacın Huve Huve’si ile İbn Arabi’nin Yetkin İnsanı. [513]
c- Muhammedin Nurunun doğrudan doğruya bir tecellisi olan batıni bilginin mahiyeti. [514]
d- Bizatihi Allah’a ait olan birlik ile ona atfedilen birlik arasındaki fark. [515]
e- Hakkın perdesi olan halk alemi. [516]
f- İlahi aşk nazariyesi. [517]
g- Meşia ile irade arasındaki fark ve şeriatla ilahi buyruk arasındaki münasebet. [518]
h- Allah’ın bilinemezliği.
i- Kuranın te’vili. [519]
Şüphesiz Hallaç, İbn Arabi’nin mensup olduğundan farklı bir sufiler zümresine mensuptur. Fakat İbn Arabi, Hallacın birçok sözlerinde kendi vahdeti vücutçu görüşlerinin tohumlarını ekmek için verimli bir toprak bul*muştur. Hallacın fikirlerinden birçoğunu kendi sistemine uyduracak şekil*de değiştirir. [520]
İbn Arabi’nin düşünce ve kültür kaynaklarından biri de İhvan-ı Safa ri*saleleridir. Bu konuda da Afifi şöyle demektedir:
“İhvan-ı Safa risalelerinde ansiklopedik bir şekilde İslam rasyonalizmini, sufiliğini, maniliği, Zerdüştlüğü ve daha birçok İran ve Yunan’dan alınmış fikirleri ve mezhep ayrılıklarını hep bir arada bulmaktayız.
İbn Arabi ve aynı zamanda daha birçok doğulu ve batılı (Endülüslü) sufilerin tasav*vuf görüşleri için zengin malzemeyi İhvan-ı Safa’dan aldıkları anlaşılmaktadır. Za*ten diğer Yunan ve Hristiyan felsefeleri iie karışmış olan Yeni Eflatunculuk, İbn Arabi’ye bu kanaldan ulaşmış olsa gerektir, İhvan-ı Safa’nın bu yapısını daha kü*çük ölçüde İbn Arabi’nin kitaplarında buluyoruz. Fakat ihvan-ı Safa risalelerinden şeyleri onlara kendi vahdeti vücutçu fikirlerini aşılamak sureliyle kendi arzu ettiği şekilde yorumlamış bulunmaktadır…
İbn Arabi, İsmaililerin, özellikle İhvan-i Safa’ya has nazariye türündeki öğreti ve metodlarını etkilediği tek İslam tasavvufçusu değildir. Aynı etki bir başka yerde de görülmekte ve aynı sebebin benzeri bir eseri meydana getirdiği ortaya çıkmaktadır. Mesela Halep’li Suhreverdi’nin sufi meselesiyie İbn Sebe’ninkinde İbn Arabi ve İhvan-i Safa felsefesinin birçok bölümlerine benzeyen dikkate değer hususlar vardır. İbn Arabi’nin, İhvan-ı Safa risalelerinde yer alan şeylerden çok, Yunan felsefesine, mesela özellikle kelam görüşüne Philo Judeaus ve Stoalıların felsefesine aşina ol*duğu bir gerçektir. Öyle görülüyor ki İbn Arabi, bu arada İslam Yeni Eflatuncularından ve Farabi’den özellikle Kur’an’daki Kelam, Levh ve Arş kelimelerini; Plotinus’undan da ilk akıl, evrensel (külli) nefs, evrensel cisim vb. kelimeleri öğrenmiş*tir…

İbn Arabi’nin felsefesini izah metodu, yani İslami nasslardan başlayarak yavaş yavaş onları tadil etmek suretiyle arzu ettiği felsefi fikri, onlara işleme ve nihayet onla*rı açıklama tarzı, aslında İhvan-ı Safa’nınkiyle aynıdır. İbn Arabi’yi bu yola sürükle*yen saik, İhvan-ı Safa’nınkinden temelli bir şekilde ayırd edilebilirse de fiili sonucu aynıdır. İbn Arabi’nin samimi olarak benimsemiş göründüğü şey, onların İslami ahiret nazariyesini, Kur’an ve hadislerin tamamını tevil yoluna gitmeleri, tek hedefleri olan İslam’ı ve ilkelerini yıkmayı sağlama şeklindeki ana metodlarıydı.[521] İbn Arabi’nin bilgi ve düşünce kaynaklarından birinin de Ismaili Karmatiler olduğu kaydedilmekte ve iki taraf arasındaki benzerlikler de belirtil*mektedir. [522]

Şüphesiz Hallaç, İbn Arabi, el-Cîlî, Suhreverdi ve benzerlerinin tasavvuf anlayışını etkileyen sadece yukarıda sayılan unsurlar değildir. Belki vahdet-i vücut, hulul ve ittihad inancının tasavvufa sızdığı yerlerden biri de Iran yolu ile İslam alemine giren Budizm ve Brahmanizm dinleridir. Başta Hallaç olmak üzere birtakım tasavvuf meşhurlarında gördüğümüz İslam dı*şı bu unsurların dolaylı olarak Hint dinlerine dayandığı bir karşılaştırma ile hemen ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu dinlerden vahdet-i vücut inancını çıkardığımız zaman çöktüklerini ve temel niteliklerini yitirdiklerini görü*rüz. Hint dinlerindeki vahdet-i vücut ile tasavvuftaki vahdet-i vücudun aynı şey olduğunu görmek isteyenler el-Biruni’nin açıklamalarına baksınlar.[523]
İbn Arabi’nin kültüründe bu kadar yabancı unsurun birleşmiş olması nasıl olabilir? diye okuyucunun aklına bir soru gelebilir. Bunun cevabını kendisi vermektedir. Yukarıda naklettiğimiz sözü ile İslam kültürü yanında Hint, Yunan, Yahudi ve Hristiyan kültürünü alıp hepsini sentez ettiği açıkça ifade etmiştir. Onun için İbn Arabi’nin düşünce sisteminde bütün yabancı unsurlar etkili ve bariz bir rol oynamıştır.

İbn Arabi, ilmini ve kitaplarını direkt Rasulullah’tan aldığını, Levhi Mahfuz’dan vasıtasız yazdığını iddia etmektedir. [524] Vahdet-i vücut inancını sistemleştirip tevhid inancına meydan okurcasına halka sunmaktadır.
Kur’an ayetlerini tahrif ederek kafir Hud kavminin sırat-ı müstakim üzere olduklarını, Firavn’un imanı kamil bir mümin olduğu gibi, Nuh kav*minin de mümin bir kavim olduğu ve bu imanlarından dolayı Allah onları mükafatlandırıp vahdet deryasına batırdığı, nimetini tadmaları için ilahi sevgi ateşine soktuğu, Hz. Harun’un İsrail oğullarını buzağıya tapmaktan alıkoymakta yanıldığı, çünkü buzağının gerçek mabud veya onun suretlerin*den bir suret olduğu, Nuh kavminin Ved, Yeğus, Yeûk, Suva’ ve Nesr putla*rına tapmayı bırakmamakla isabet ettikleri, çünkü bu putların ilahın birer görünümü oldukları, tatlılık kökünden gelen azabın gerçekte rahmet ve hoş bir şey olduğu, rahmete uğramayan ve rızaya kavuşmayan hiçbir insanın bulunmadığı, birşey var olmadan önce Allah’ın onu bilemeyeceği, çünkü bir şeyin varlığının ilmin varlığı demek olduğu, hatta her şeyin varlığının Alllah’ın varlığının tercümesi olduğu ve benzeri İslam dışı şeyleri söylemesine rağmen,[525]
İbn Arabi bunların hepsini eksiltmeden ve çoğaltmadan doğru*dan Rasululah’tan, [526]
hatta Allah’tan[527]
aldığını söylemiş ve Rasululah’ın bunları insanlara tebliğ etmesini emrettiğini de iddia etmiştir. [528]

Damla bunu beğendi.
 
Alt 25 Şubat 2024, 05:47   #2
Çevrimdışı
Kayıp, var olma kazancıdır.
 
Damla kullanıcısının Avatarı
 
Profil ayrıntılarını görüntüleyebilmek için kayıtlı kullanıcı olmanız ve üye hesabınızla oturum açmanız gerekmektedir.
Varsayılan Yanıt: İbn Arabi’nin Allah Anlayışı

Tasavvuf inancında teklik önemlidir, bunu en iyi yaşayıp, aktaranda elbette büyük âlim Ibn Arabidir. Teklik var olmaktır. Ben varım, Allah' ta var-dır demek değil-dir. Ben yokum, "O" var demektir. Büyük âlim bu penceden bakmıştır.

Tasavvuf inancında teklik önemlidir, bunu en iyi yaşayıp, aktaranda elbette büyük âlim Ibn Arabidir. Teklik var olmaktır. Ben varım, Allah' ta var-dır demek değil-dir. Ben yokum, "O" var demektir. Büyük âlim bu penceden bakmıştır.

Arthur ve ihtiyar bunu beğendi.
__________________
'Türkçe konuşmayan bir insan, Türk milli kültür, toplum ve uygarlığına bağlılığını iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz.''
-Mustafa Kemal Atatürk.
 
Alt 08 Mart 2024, 10:58   #3
Çevrimdışı
 
Sürmenaj kullanıcısının Avatarı
 
Profil ayrıntılarını görüntüleyebilmek için kayıtlı kullanıcı olmanız ve üye hesabınızla oturum açmanız gerekmektedir.
Varsayılan Yanıt: İbn Arabi’nin Allah Anlayışı

Puta tapan da Allah’a tapmıştır diyen bir zekanın ürünüdür İbni Arabi..
Ayetleri bağlamından saptıranlardan, tasavvufu sistemleştiren birisidir.

Puta tapan da Allah’a tapmıştır diyen bir zekanın ürünüdür İbni Arabi..
Ayetleri bağlamından saptıranlardan, tasavvufu sistemleştiren birisidir.

 
  

İçeriği Sosyalleştir

Etiketler
allah, anlayışı, arabi’nin, İbn


Şu anda bu konuyu görüntüleyen etkin kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 konuk)
 
Seçenekler
Görüntüleme stilleri

Gönderme Kuralları
Konu açma yetkiniz yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti ekleme yetkiniz yok
Mesaj düzenleme yetkiniz yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Forum saati; Türkiye'ye göre ayarlanmış olup, şu an saat: 07:21.

Forum Yasal Uyarı
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions Inc.

ForumKalbi, lisanslı vBulletin® kullanmaktadır.

ForumKalbi.Com; 5651 sayılı kanun uyarınca yer sağlayıcı niteliğini haiz bir genel forum sitesidir. Sitemizde yapılan paylaşımlar, moderasyon ekibimizin onayına dahil olmadan direkt yayınlanmaktadır. 5237 sayılı TCK (Türk Ceza Kanunu) ve 5651 Sayılı Kanun'un ilgili maddelerini ihlal eden kişilerin IP adresi ve sair kişisel verileri işlenmekte; yetkili merci tarafından müzekkere (Resmi Üst Yazı), tarafımıza tanzim edildiği takdirde paylaşılacaktır. Hukuka aykırı bir içerik paylaşımının olduğunu düşündüğünüz mesaj, konu ya da görseli içeren forum gönderilerini; İLETİŞİM bağlantısındaki formu doldurarak iletebilirsiniz. 48 saat içerisinde mevcut şikâyetiniz üzerinden tarafınıza ulaşılacak, gerekli işlemler tesis edilecektir.