Profil ayrıntılarını görüntüleyebilmek için kayıtlı kullanıcı olmanız ve üye hesabınızla oturum açmanız gerekmektedir.
Film Replikleri
Kuru Otlar Üstüne 2023

İnsana ait hiçbir şey yabancı değil.
Ama hocam dedim sana aslında şunlara hediye alıp durma.
Bizim buralar da sizin oralar gibi değil hocam. Her bölgenin bir realitesi, geleneği, göreneği var nihayetinde.. Buralarda böyle şeyler yanlış anlaşılabilir diye diyorum.
- Ya bırak Allah aşkına Kenan ya, geleneğinden göreneğinden başlatma şimdi ya.. Ulan lafa gelince mangalda kül bırakmazsın mücadele bilmem ne.. Şimdi iş başa düşünce kılın kıpırdamıyor korkudan..
Ne alakası var gerçeği söylüyorum. Vaziyet bu..
- Başlatma lan vaziyetinden.. Ya oğlum sen realiteye teslim olmuşsun ya başka adaletsizliklere niye anırıyorsun ki o zaman. Bağnaz alışkanlıklarınızı esnettiysek biraz, fena mı yaptık. Beldenize medeniyet getirmek için risk aldıysak.
Ya böyle mi gelecek medeniyet.. Bırak hocam ya..
- Böyle gelecek tabii hocam başka nasıl gelecek yani. Sen baksana etrafına.. Sen, ben, biz, öğretmenler yapmayacaksak kim yapacak bunu yani? Biz de kölesi olacaksak senin gelenek dediğin cenderenin, sokmayacaksak elimizi taşın altına, kim sokacak?
***

Size tavsiye, bundan sonra sınıfta fitneci, fesatçıların, dedikoducuların egemenliğine boyun eğmeyin. Anlaşıldı mı? Zaten bu kişilerin karakterleri filan belli. Hepiniz iyi tanıyorsunuz onları. Birkaç kişiler zaten. Böyle insanlar var hayatta. Her zaman olacaklar. Önemli olan bu insanların kötülüklerine karşı mücadele etmeyi bilmek. En iyi mücadele de muhattap olmamak bu kişilerle, arkadaşlık kurmamak yani.. Anlaşıldı mı?
***

Karın tokluğundan daha önemli şeyler var bu hayatta.
Karın tokluğundan daha önemli bir şey mi var?
-Gerekirse batarız kaybedecek neyimiz kalmış.
Ulan sahip olduğun hayat az şey mi ulan. Gençliğin lan gençliğin.. Gençliğin az şey mi? Sen böyle şimdi işkembe-i kübradan sallıyorsun.
- Amaçsız, inançsız onursuz olsa yine de değerli mi ya hayat dediğin şey.
Tabii ki değerli.. Sana kalsa eline mavzer almayan herkes şerefsiz. Öyle mi yani?
Gençlik muhteşem bir şey ama ne yazık ki gençlerin elinde harab olup gidiyor. Yani biz burada şimdi amaçsız, inançsız, onursuz mu oluyoruz.
**

Ya işte görüyorsun hoca. Kendi başına dikilmek zor buralarda. Herkes bir yana devrilmeni ister. Kimisi korkak der, kimisi hain der.. Öteki gelir dönek der, bir şey der. Böyle böyle gider bizim hayatlar..
***
İstanbul'a gidip de sosyalleşememek gibi bir şey var mı zaten. Orada sosyalleşemeyen dünyanın hiçbir yerinde sosyalleşemez.
- Ama işte birilerinin de kalması lazım sonuçta. Sen kaç, ben kaçayım, o kaçsın. EE ne olacak?
Ee tabii. İşin o tarafı da var tabii de.. Yani bireyde kendi yaşantısını da dizayn etmek durumunda canım bir yerde..
- Ya o olur mutlaka.. O yaşamın seyir içinde de..
Ben doldurdum vaadimi artık. 4 sene yetmez mi..
- Sen yeter diyorsan yetmiştir canım. Diyecek bir şey yok. Ama bence sen köpürtüyorsun biraz. Abartıyorsun yani.
Bütün sıkıntılarının faturasını buralara kesiyorsun. Bence alakası yok. İstanbul'da seni ne bekliyor sanıyorsun. İnsan nereye giderse kendini de götürüyor sonuçta.
Şuan bunları düşünecek durumda değilim. Şuan tek bildiğim şey burada algımın yorulmaya başladığı...Nereye baksam bir boşluk, soğuktan kıvranmış büzülmüş nesneler.. Aç, hasta, bi çare köpekler.
- Valla senin gibi biri, İstanbul'u bırak, İsviçre'ye de gitse görecek benzer şeyler bulur. Merak etme sen.
Kaderimle yazgımla yüzleşmiş olurum. İyi ya da kötü. Boğulacaksak büyük denizde boğulalım.
- Ben de senin gibiydim patlama öncesi.. Böyle bir şeyleri yetiştiremeyecekmişim gibi aceleci, telaşlı, öngörüsüz.
Sağduyuya mı davet ediyorsun beni yani. Yetinmeye şükretmeye..
-Yoo alakası yok. Yani şimdi şikayet ediyorsan bir şeyler yapılabilir. Yapılmalıdır anlamı çıkar buradan. Şimdi sen farkediyorsun, rahatsız olup şikayet ediyorsun, hâliyle bir refleks göstermen gerek ama sen de bu yok. Kaçıyorsun gibi biraz.
Ne yapacağım canım şimdi? Hayatımı bu topraklara mı adamam mı gerek onu mu diyorsun yani? Tamam işte görevimizi yaptık bitti gidiyoruz..Yani daha ne yapayım.
Benimle hiç alakası olmayan bir yere ömrümün, gençliğimin 4 senesini vermişim yetmez mi ya..
- Yeter ama birilerinin de bir şeyler yapması lazım sonuçta. Ben her zaman kolaylaştırmaktan yanayım. Mesela el atmalı, dokunmalı bir şeylere. Çünkü dünyanın ihtiyacı olan şey bu. Şimdi böyle politikayı yakından takip ediyorsun da herşeye kızıyorsun ya mesela..
Kim kızıyor?
- Sen..
Yok canım. Haber okuyorum ama çokta takip ettiğim yok. Ha sen herşeyi eleştiriyorum falan diye mi öyle diyorsun.
-Evet yani işte. Peki sonuç ne oluyor? Benim babam da senin gibi mesela biliyor musun? Emekli. Yapabileceği hiçbir şey yok. Sadece kızıyor.
Ee ne yapsın canım adam. Gidip meclisin önünde kendini mi yaksın?
- Hayır canım ama şikayet etmekle eleştirmekle bir şey olduğu yok sonuçta. Yani icraata bakmak lazım. Sen mesela nasıl bakıyorsun şimdi dünyaya? Kendini konumlandırabiliyor musun?
Konumlandırmak derken?
-Yani nasıl tanımlıyorsun? Necisin yani?
Necisin mi? Neci ne ya?
- Sonuçta bir kitleye dahilsindir ya.. Hiçbir tercihin yok değil mi?
Kendimi tanımlama ihtiyacı hissetmiyorum diyelim. Belki eskiden vardır böyle bir şey ama artık geride kaldı bu aşama sanki ya.
- Bunun aşaması mı olur canım? Nasıl katkı verdiğini düşünüyorsun çevrene? Sonra dünyaya? Ne yapıyorsun mesela?
Şimdi burada iyilik mi yarıştıracağız ya..
- Yoo iyilik falan değil ya. Yani neye dahilsin, neredesin? Nereye ait hissediyorsun? Onu soruyorum ben. Tabii cevaplamak istersen.
Valla bilmiyorum sürekli bir takım grupların, ideolojilerin içinde kalabalıkla birlikte korunaklı bir şekilde yaşamak hiç bana göre değil. Ya kusura bakma.
-Niye? Dayanışmaya inanmıyor musun?
Yoo inanmamak değil de.. Bunun insan özgürlüğüyle bağdaşmadığını düşünüyorumdur belki.
- Neden?
Bilmiyorum. Ama tek bildiğim bünyemde bu tarz bir varoluşu kararlılıkla reddeden ne olduğunu tam olarak bilmediğim bir şeyin olduğu.
-Ama sadece seninle ilgili bir şey değil ki bu ya. Ne yapıyorsun yani dünya için? Ne yaptığını düşünüyorsun.
Onu soruyorum ben.
Herkes veriyordur kendince bir şekilde katkı. Bu çok üzerinde düşünülecek bir şey değil. İmkanı olan, duyarlılığı neticesinde bir şeyler yapar yapıyordur. İstemese de yapmaz.
-Topluluk hâlinde yaşıyoruz. Herkesin kendince imkânları vardır sonuçta dimi? Mesela haberlerde aile cinayetlerini, tecavüzleri, yolsuzlukları, mültecileri görünce sen görünce ne düşünüyorsun?
Ee üzülüyor tabii insan. Ama dünyanın da acısı da bitmez ki.
-Yani kulak tıkıyorsun.
Yok canım o kadar da değil.
- Evet, benden uzak olsun, bana dokunmasın da diyorsun.
Öyle düşünsem ne olur. Yok mu hakkım. illa herkes kahraman mı olmak zorunda?
- Değil tabii ama bildiğimiz bencilliğin ılımlaştırılmış hâlinden bahsediyorsun. Dünyanın akıldan, eşitlikten, vicdandan uzaklaşmış bi' hâlde olmasının sebebi bu değil mi?
Ya sen dünyanın her yerde geçerli aynı kurallarla yönetilebileceğini mi düşünüyorsun? Yani bize burada mantıklı gelen düşünce, Moğalistan'da da mantıklı görülecek diye bir şey mi var?
- Kültürel olarak farklılıklar olsa da insanların temel ihtiyaçları her yerde aynı değil mi sonuçta.
Bilmiyorum bana sorma bunları. Ben daha kendi düşüncelerime bile hazır değilim.
- Ne gibi mesela..
Ya bilmiyorum valla. Bence adalet arayışı da beklentisi bile ütopik, eşitlik bile öyle. Herkesin eşit olması gerekir ki, bu çok saçma. Herşey birbirinden farklıdır ya. Dünya birbirinden farklı ve sürekli yer değiştiren güçlerin mücadelesinden ibarettir. Tarihte bunun toplamı değil midir zaten. Ama buna inanmayız, inanmak istemeyiz.
Şahsen ben bunu düşünmek bile istemem çünkü gerçek bir kaos demek. Oysa hayatın devam edebilmesi için düzen gerekir. Yani senin bahsettiğin bu umutlu güzel yalanlara inanmak durumundayız.
- Yalan değil ya.. Gerçek bu. Sadece bu. Tarihin yapısı bu. Sen kaosa ilerletici doğurgan bir güç olarak bakmazsan üzülür durursun böyle. Hayır, keşke senin keyfini kaçırmayacak bir tarih olsaydı insan ama maalesef olmamış ya.
Sürekli eğilmeye, şükretmeye çağırıyorsun farkında olmadan. Kendi savunduğun ilkelere ters düşmüyor mu biraz?
- Hiç alakası yok, çok basit söylediklerim. Hiçbir afili söz ya da tespit; kim ne derse desin kıtlıkla can çekişen bir coğrafyaya bir bidon su götürmekten daha kıymetli değil.
Şu bi' çare dünya için bir şeyler yapılamazdı, kendimize sormamız gereken asıl soru bu. Her şeye rağmen.
Yapılabilir tabii ki. Ben onu reddetmiyorum da..Sen niye bana çullanıyorsun ya ben onu anlamadım.
-Seninle konuşuyorum.
Ya ben o soruları sormaktan yoruldum.
-İyi de yani değişmesi gerek diyor musun?
Yani değişse iyi olur diyeceğim şeyler de var, demeyeceğim şeyler de var. Şimdi ne diyeyim ki sana şimdi.. Ama çağımızdan, geldiği noktadan mutlu muyum, memnun muyum dersen değilim.. Yani bunun için illa bir safa girmeyi, bir yerlere dahil olmayı gerektirecek bir durum da değil.
-İşte bence en büyük sorun da bu. Yani senin gibi toplumun eğitimli, aydın diyebileceğimiz kesimi bu tarz belirsizlik içinde kaybolup gidiyor. Böyle susuyorlar. Meydanı cahil andavallara bırakıyorlar.
Ehh meydan dediğin de zaten bu cahil andaval tayfasına göre bir yerdir belki de ondan. yani bu keskin, karşıt kamplara ayrılmanın insan faktörü olduğu, ideolojilerin, görüşlerin, hatta amaçların yeri geldiğinde insanlar tarafından kolaylıkla birer araç hâline dönüştürülebildiği artık anlaşılmadı mı ya çoktan? Ya bak billmiyorum bunlar benim üzerinde çokta düşündüğüm şeyler değil. İnsanoğlu işte hayal ediyor, deniyor, yapıyor, sonra da yıkıyor. Tarihte bir şekilde böyle işliyor işte. Tarih umut etmenin yorgunluğunu çağrıştırıyor bana daha çok.
- Ama sen de bu tarihin sonucusun en nihayetinde, öyle değil mi? Yani tarihe belirli bir sistem doğrultusunda bakarsak, bizi öznel yorumlardan karmaşadan kurtarmaz mı?
Peki sen insanların tüm ihtiyaçları karşılandığında gerçekten mutlu olabileceklerine inanıyor musun?
-Niye inanmayım ya. Zaten elimizde bu umuttan başka da bir şey yok ki. Belki soyut bir fikir ama insanlık için umut en önemli ilerletici güç olmadı mı her zaman..
Mehdi bekleyen ilahi dinler gibi..
- Ne alakası var.. Bağlamın o kadar yanlış ki.. Ben bir şeyler yapabilmenin hiçbir zaman acizlikle denk tutulamayacağını savunuyorum.
Toplumsal kurtuluşa inanıyorsun, bireysel kurtuluşa inanmıyorsun.
- Bir toplumsal mücadele var ve bunun sosyal sorumluluğu var diyorum. Sen kendini bu sürecin neresinde görüyorsun?
Ben kendimi özgürlükten yana görüyorum.
-Özgürlük dediğin ne ya. Ne senin özgürlük dediğin?
İnsanın özgür olması. Nasıl tarihin bir işleyişi, dünyanın bir yörüngesi varsa, insanın da yörüngesi özgürlüktür.
-Toplumcu insanlar, özgürlüğü kısıtlanmış, bir kafeste yaşayan insanlar gibi mi geliyor sana? Zaten bir insanların özgürleşmesi için mücadele veriyoruz.
Ya ben de bir takım yardım kuruluşlarına derneklere üyeyim ya ona bakılırsa.
- Yaklaşımın tuhaf yani. Lümpen takılıyorsun biraz. Suya sabuna bulaşmayım, ama birileri ayağıma bir şey getirirse o aşamada destek vereyim düşüncesindesin.
İlla polis copu mu yemem gerekiyor ?
- Liberaller gibi konuşuyorsun. Peki o aşamada destek verirsen güçlünün yanında yer almak anlamına gelmeyecek mi? O zaman şimdi güçlünün yanında ol. Doğrudan sistemi, iktidarı destekle.
Sen duyarlılığı ölçmeye kalkışıyorsun. yani bu intihar hakkında yargıda bulunmak kadar nafile.
- Yo hiçbir şey ölçtüğüm yok. Ama senin hiçbir şey yapmadığın gibi yapanları da yaftalaman da ağrıma gitti biraz. Konu oradan başlamadı mi zaten?
Ben insanlara güvenmediğim halde güvendiğimi söylesem sen daha mı mutlu olurdun yani.
- Söyle tabii düşündüklerini.. Söylüyorsun da zaten. Ama çok kolay genelleme yapıyorsun. istisnalar vardır, öncesinde de sebepler.
Valla fedakarlığın bile diğerini kendine borçlu bırakmak anlamına geldiğini düşünüyorum. Yani orada kendini patlatan canlı bombanın bile amacının yok olmak değil, var olmak olduğunu görüyorum. İdeolojik güdülerle bir araya gelmiş bütün o insanların her bir şeylerine sinen kör ahlaklarına, birbirleriyle hemfikir olmanın mutluluğunu yaşamalarına, ya da o hakedilmemiş ayarsız güvenlerine de sinir olmadan da duramıyorum ya. Kusura bakma. Yani hep birlikte aynı şeyi düşünmek neden bu kadar önemliyse..
Ya bense bütün bu gürültünün ortasında yapayalnızım. Ama yine de içimdeki o eşssiz kaynağın şırıltısı, en sessiz anlarda bile, karşı çıkmanın ve sıkılmanın ne denli insanca olduğunu hatırlatıyor bana. Yani takıntılarla fikirler arasındaki ilişkiyi görebilecek yeteneğimin olması beni yozlaşmış duruma düşürmez bence.
- Ya bir insanın ister yüce bir amaç, bir ideal, bir dava uğruna olsun, isterse de başka bir sebeple, hatta beyni yıkanarak bile olsun, kendini feda edebilme cesareti göstermesinin hiç mi önemi yok peki? Hele bugünümüzün dünyasında..
Vardır tabii olmaz mı.. Ee o zaman senin o bacağına malolan o patlamada, kendini patlatan o canlı bombayı da hoş görmen, anlaman gerekiyor bir şekilde ama bunu yapabilecek misin? Yani düşünceleri ve inançları ne olursa olsun. Hımm.
-Yaparım gerekirse.. Ayrıca yozlaşmış olduğunu da ima etmedim de düşünmedim de.. Sadece senin o aşağıladığın insanlar, ortak aydınlık idealler, benzer sorunlar nedeniyle bir araya gelmiş olamazlar mı? Sadece birlik olarak senin bilmediğin, yalnızca belli bir dayanışma içinde olabilirse aşılabilecek engeller ya da kötülükler yok mu yani dünyada?
Var tabii canım. Vardır tabii ki ben ona da bir şey demiyorum. Şöyle bir şey diyeyim sana.. Bir topluluğun davranışı, onu olluşturan bireylerin teker teker gösterecek oldukları davranışlarının toplamına eşit değil biliyorsun.
Sadece bunu bilmek bile.. Hangi gerekçeyle bir araya gelmiş olurlarsa olsunlar yani süreden uzak durmak için yeterli bir sebep sayılmaz mı ya?
- Tuzu kuru olanın böyle bir lüksü olabilir.
Sürü içinde yol almak istersen, hayatın boyunca sadece kıç görürsün diye bir atasözü var biliyorsundur belki.
- İyide yani sadece kıç görse bile kendi hayatı için büyük bir nimet, güven, sıcaklık anlamına geleceği hayatlar da var ama. Öyle değil mi?
Peki o zaman sen? Sen nasıl katkı veriyorsun?
- Ben mi? Ben artık veremiyorum.Malulen emekli oldum gördüğün gibi.
****

Peki o zaman şöyle sorayım.. Ben bir suç mu işledim senin gözünde? Samet'le yaşanılan şey beni senin gözünde suçlu biri mi yaptı? Senin arkadaşlığına ihanet mi etmiş oldum? Ya da ne bileyim bir kızda hayal ettiğin ahlak seviyesinin altında mı kaldım? Lütfen yanlış anlama. Sanma ki senden bir şey bekliyorum. Hiçbir beklentim yok. Sadece merak ediyorum. Çünkü kendimi bir kadın olarak bu halimle başkalarının gözünde ilk kez sınıyorum. Bu yeni hâlimle neler yapmaya hakkım olduğunu, neler yapabilmeye gücüm olduğunu merak ediyorum. Bir insan olarak artık bu dünyada ne kadar yer kapladığımı anlamaya çalışıyorum. Ben bu bacakla birlikte neler kaybettiğimi, elimde kalanın ne olduğunu bilmek zorundayım. Sanma ki acıma şevkat veya anlayış bekliyorum. Yok öyle bir şey, herhangi bir şey talep edilmiyor yani burada. Bir daha görüşmeyebiliriz de hatta. O da problem değil. Belki de haklısındır kendince. Bilmiyorum ki. O da olabilir. Ama bana öyle geliyor ki, dünya da güzel olan her şey daha insana ulaşamadan, insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kalıyor.
***

''Burada yalnızca iki mevsim yaşanır hocam'' demişlerdi yeni geldiğimde.. Kış ve yaz. Gerçekten de öyle oldu yine, baharı yaşamadan yaza geçtik. Aylar boyunca karlar altında kalan otlar hayata küsmüş, yeşermeden sararmış gibiydi. Bir kaç hafta önce neşeyle şakıyan kuşlar bile yılgınlık içinde ötüyordu. Metruk bir değirmen gibiydim, işe yaramaz, gözden çıkarılmış, kuşların bile uğramaktan vazgeçtiği yıkılmayı bekleyen bir değirmen. Yeryüzünün unutulmuş bu ücra köşesinde. Başka bir çok şey gibi, iyinin ve kötünün, acının ve mutluluğun arasındaki çizgi belirsizleşmiş, sanki her şey yalnızca zamanı unutmak içinyaşanıyor gibiydi. Sanki bu durmadan yağan kar, herşeyin üstünü örtüp bu unutuşu mümkün kılmak için didiniyor gibiydi. Mevsimler geliyor, geçiyor; umutlar başlayıp tükeniyor. Ama yine de hayat neden olduğu belli olmayan, sabırlı bir inançla inadına devam ediyordu.
****

Onlardan ayrılınca kuruyup gitmiş otlarla kaplı tepeye doğru yürümeye başladım. Adını bile bildiğim sararmış gitmiş incecik otlar. Ki atsız sansız kimsenin bilmediği değersiz bu otlar, buradaki hayatıma benzer şekilde hiçbir değere layık görülmediği için belki. İlk kez önemli göründü gözüme. Sonra Sevim'i düşündüm, onda aradığımı.. Bu yaşama kapanmış kıpırtısız coğrafyada onda aradığım, kendimde bulamadığım bir şeydi belki. Bir enerji, aşkınlığın küçük bir belirtisi. Onu değil, onun ötesini düşlemiştim ben onun ötesinde kurduğum bir hayal dünyasını sadece aracı kılmak istemiştim aslında onu. Ama biliyordum aramızda yine çığlıklarımızın birbirine ulaşamayacağı kadar derin ve geniş bir uçurum, bilinçlerimizin yakınlaşamayacağı kadar acımasız bir uzaklık vardı. İmkansızlığı düşlemiştim. Şimdi yine onunla konuşuyorum kafamda...
***
Kuru Otlar Üstüne 2023

İnsana ait hiçbir şey yabancı değil.
Ama hocam dedim sana aslında şunlara hediye alıp durma.
Bizim buralar da sizin oralar gibi değil hocam. Her bölgenin bir realitesi, geleneği, göreneği var nihayetinde.. Buralarda böyle şeyler yanlış anlaşılabilir diye diyorum.
- Ya bırak Allah aşkına Kenan ya, geleneğinden göreneğinden başlatma şimdi ya.. Ulan lafa gelince mangalda kül bırakmazsın mücadele bilmem ne.. Şimdi iş başa düşünce kılın kıpırdamıyor korkudan..
Ne alakası var gerçeği söylüyorum. Vaziyet bu..
- Başlatma lan vaziyetinden.. Ya oğlum sen realiteye teslim olmuşsun ya başka adaletsizliklere niye anırıyorsun ki o zaman. Bağnaz alışkanlıklarınızı esnettiysek biraz, fena mı yaptık. Beldenize medeniyet getirmek için risk aldıysak.
Ya böyle mi gelecek medeniyet.. Bırak hocam ya..
- Böyle gelecek tabii hocam başka nasıl gelecek yani. Sen baksana etrafına.. Sen, ben, biz, öğretmenler yapmayacaksak kim yapacak bunu yani? Biz de kölesi olacaksak senin gelenek dediğin cenderenin, sokmayacaksak elimizi taşın altına, kim sokacak?
***

Size tavsiye, bundan sonra sınıfta fitneci, fesatçıların, dedikoducuların egemenliğine boyun eğmeyin. Anlaşıldı mı? Zaten bu kişilerin karakterleri filan belli. Hepiniz iyi tanıyorsunuz onları. Birkaç kişiler zaten. Böyle insanlar var hayatta. Her zaman olacaklar. Önemli olan bu insanların kötülüklerine karşı mücadele etmeyi bilmek. En iyi mücadele de muhattap olmamak bu kişilerle, arkadaşlık kurmamak yani.. Anlaşıldı mı?
***

Karın tokluğundan daha önemli şeyler var bu hayatta.
Karın tokluğundan daha önemli bir şey mi var?
-Gerekirse batarız kaybedecek neyimiz kalmış.
Ulan sahip olduğun hayat az şey mi ulan. Gençliğin lan gençliğin.. Gençliğin az şey mi? Sen böyle şimdi işkembe-i kübradan sallıyorsun.
- Amaçsız, inançsız onursuz olsa yine de değerli mi ya hayat dediğin şey.
Tabii ki değerli.. Sana kalsa eline mavzer almayan herkes şerefsiz. Öyle mi yani?
Gençlik muhteşem bir şey ama ne yazık ki gençlerin elinde harab olup gidiyor. Yani biz burada şimdi amaçsız, inançsız, onursuz mu oluyoruz.
**

Ya işte görüyorsun hoca. Kendi başına dikilmek zor buralarda. Herkes bir yana devrilmeni ister. Kimisi korkak der, kimisi hain der.. Öteki gelir dönek der, bir şey der. Böyle böyle gider bizim hayatlar..
***
İstanbul'a gidip de sosyalleşememek gibi bir şey var mı zaten. Orada sosyalleşemeyen dünyanın hiçbir yerinde sosyalleşemez.
- Ama işte birilerinin de kalması lazım sonuçta. Sen kaç, ben kaçayım, o kaçsın. EE ne olacak?
Ee tabii. İşin o tarafı da var tabii de.. Yani bireyde kendi yaşantısını da dizayn etmek durumunda canım bir yerde..
- Ya o olur mutlaka.. O yaşamın seyir içinde de..
Ben doldurdum vaadimi artık. 4 sene yetmez mi..
- Sen yeter diyorsan yetmiştir canım. Diyecek bir şey yok. Ama bence sen köpürtüyorsun biraz. Abartıyorsun yani.
Bütün sıkıntılarının faturasını buralara kesiyorsun. Bence alakası yok. İstanbul'da seni ne bekliyor sanıyorsun. İnsan nereye giderse kendini de götürüyor sonuçta.
Şuan bunları düşünecek durumda değilim. Şuan tek bildiğim şey burada algımın yorulmaya başladığı...Nereye baksam bir boşluk, soğuktan kıvranmış büzülmüş nesneler.. Aç, hasta, bi çare köpekler.
- Valla senin gibi biri, İstanbul'u bırak, İsviçre'ye de gitse görecek benzer şeyler bulur. Merak etme sen.
Kaderimle yazgımla yüzleşmiş olurum. İyi ya da kötü. Boğulacaksak büyük denizde boğulalım.
- Ben de senin gibiydim patlama öncesi.. Böyle bir şeyleri yetiştiremeyecekmişim gibi aceleci, telaşlı, öngörüsüz.
Sağduyuya mı davet ediyorsun beni yani. Yetinmeye şükretmeye..
-Yoo alakası yok. Yani şimdi şikayet ediyorsan bir şeyler yapılabilir. Yapılmalıdır anlamı çıkar buradan. Şimdi sen farkediyorsun, rahatsız olup şikayet ediyorsun, hâliyle bir refleks göstermen gerek ama sen de bu yok. Kaçıyorsun gibi biraz.
Ne yapacağım canım şimdi? Hayatımı bu topraklara mı adamam mı gerek onu mu diyorsun yani? Tamam işte görevimizi yaptık bitti gidiyoruz..Yani daha ne yapayım.
Benimle hiç alakası olmayan bir yere ömrümün, gençliğimin 4 senesini vermişim yetmez mi ya..
- Yeter ama birilerinin de bir şeyler yapması lazım sonuçta. Ben her zaman kolaylaştırmaktan yanayım. Mesela el atmalı, dokunmalı bir şeylere. Çünkü dünyanın ihtiyacı olan şey bu. Şimdi böyle politikayı yakından takip ediyorsun da herşeye kızıyorsun ya mesela..
Kim kızıyor?
- Sen..
Yok canım. Haber okuyorum ama çokta takip ettiğim yok. Ha sen herşeyi eleştiriyorum falan diye mi öyle diyorsun.
-Evet yani işte. Peki sonuç ne oluyor? Benim babam da senin gibi mesela biliyor musun? Emekli. Yapabileceği hiçbir şey yok. Sadece kızıyor.
Ee ne yapsın canım adam. Gidip meclisin önünde kendini mi yaksın?
- Hayır canım ama şikayet etmekle eleştirmekle bir şey olduğu yok sonuçta. Yani icraata bakmak lazım. Sen mesela nasıl bakıyorsun şimdi dünyaya? Kendini konumlandırabiliyor musun?
Konumlandırmak derken?
-Yani nasıl tanımlıyorsun? Necisin yani?
Necisin mi? Neci ne ya?
- Sonuçta bir kitleye dahilsindir ya.. Hiçbir tercihin yok değil mi?
Kendimi tanımlama ihtiyacı hissetmiyorum diyelim. Belki eskiden vardır böyle bir şey ama artık geride kaldı bu aşama sanki ya.
- Bunun aşaması mı olur canım? Nasıl katkı verdiğini düşünüyorsun çevrene? Sonra dünyaya? Ne yapıyorsun mesela?
Şimdi burada iyilik mi yarıştıracağız ya..
- Yoo iyilik falan değil ya. Yani neye dahilsin, neredesin? Nereye ait hissediyorsun? Onu soruyorum ben. Tabii cevaplamak istersen.
Valla bilmiyorum sürekli bir takım grupların, ideolojilerin içinde kalabalıkla birlikte korunaklı bir şekilde yaşamak hiç bana göre değil. Ya kusura bakma.
-Niye? Dayanışmaya inanmıyor musun?
Yoo inanmamak değil de.. Bunun insan özgürlüğüyle bağdaşmadığını düşünüyorumdur belki.
- Neden?
Bilmiyorum. Ama tek bildiğim bünyemde bu tarz bir varoluşu kararlılıkla reddeden ne olduğunu tam olarak bilmediğim bir şeyin olduğu.
-Ama sadece seninle ilgili bir şey değil ki bu ya. Ne yapıyorsun yani dünya için? Ne yaptığını düşünüyorsun.
Onu soruyorum ben.
Herkes veriyordur kendince bir şekilde katkı. Bu çok üzerinde düşünülecek bir şey değil. İmkanı olan, duyarlılığı neticesinde bir şeyler yapar yapıyordur. İstemese de yapmaz.
-Topluluk hâlinde yaşıyoruz. Herkesin kendince imkânları vardır sonuçta dimi? Mesela haberlerde aile cinayetlerini, tecavüzleri, yolsuzlukları, mültecileri görünce sen görünce ne düşünüyorsun?
Ee üzülüyor tabii insan. Ama dünyanın da acısı da bitmez ki.
-Yani kulak tıkıyorsun.
Yok canım o kadar da değil.
- Evet, benden uzak olsun, bana dokunmasın da diyorsun.
Öyle düşünsem ne olur. Yok mu hakkım. illa herkes kahraman mı olmak zorunda?
- Değil tabii ama bildiğimiz bencilliğin ılımlaştırılmış hâlinden bahsediyorsun. Dünyanın akıldan, eşitlikten, vicdandan uzaklaşmış bi' hâlde olmasının sebebi bu değil mi?
Ya sen dünyanın her yerde geçerli aynı kurallarla yönetilebileceğini mi düşünüyorsun? Yani bize burada mantıklı gelen düşünce, Moğalistan'da da mantıklı görülecek diye bir şey mi var?
- Kültürel olarak farklılıklar olsa da insanların temel ihtiyaçları her yerde aynı değil mi sonuçta.
Bilmiyorum bana sorma bunları. Ben daha kendi düşüncelerime bile hazır değilim.
- Ne gibi mesela..
Ya bilmiyorum valla. Bence adalet arayışı da beklentisi bile ütopik, eşitlik bile öyle. Herkesin eşit olması gerekir ki, bu çok saçma. Herşey birbirinden farklıdır ya. Dünya birbirinden farklı ve sürekli yer değiştiren güçlerin mücadelesinden ibarettir. Tarihte bunun toplamı değil midir zaten. Ama buna inanmayız, inanmak istemeyiz.
Şahsen ben bunu düşünmek bile istemem çünkü gerçek bir kaos demek. Oysa hayatın devam edebilmesi için düzen gerekir. Yani senin bahsettiğin bu umutlu güzel yalanlara inanmak durumundayız.
- Yalan değil ya.. Gerçek bu. Sadece bu. Tarihin yapısı bu. Sen kaosa ilerletici doğurgan bir güç olarak bakmazsan üzülür durursun böyle. Hayır, keşke senin keyfini kaçırmayacak bir tarih olsaydı insan ama maalesef olmamış ya.
Sürekli eğilmeye, şükretmeye çağırıyorsun farkında olmadan. Kendi savunduğun ilkelere ters düşmüyor mu biraz?
- Hiç alakası yok, çok basit söylediklerim. Hiçbir afili söz ya da tespit; kim ne derse desin kıtlıkla can çekişen bir coğrafyaya bir bidon su götürmekten daha kıymetli değil.
Şu bi' çare dünya için bir şeyler yapılamazdı, kendimize sormamız gereken asıl soru bu. Her şeye rağmen.
Yapılabilir tabii ki. Ben onu reddetmiyorum da..Sen niye bana çullanıyorsun ya ben onu anlamadım.
-Seninle konuşuyorum.
Ya ben o soruları sormaktan yoruldum.
-İyi de yani değişmesi gerek diyor musun?
Yani değişse iyi olur diyeceğim şeyler de var, demeyeceğim şeyler de var. Şimdi ne diyeyim ki sana şimdi.. Ama çağımızdan, geldiği noktadan mutlu muyum, memnun muyum dersen değilim.. Yani bunun için illa bir safa girmeyi, bir yerlere dahil olmayı gerektirecek bir durum da değil.
-İşte bence en büyük sorun da bu. Yani senin gibi toplumun eğitimli, aydın diyebileceğimiz kesimi bu tarz belirsizlik içinde kaybolup gidiyor. Böyle susuyorlar. Meydanı cahil andavallara bırakıyorlar.
Ehh meydan dediğin de zaten bu cahil andaval tayfasına göre bir yerdir belki de ondan. yani bu keskin, karşıt kamplara ayrılmanın insan faktörü olduğu, ideolojilerin, görüşlerin, hatta amaçların yeri geldiğinde insanlar tarafından kolaylıkla birer araç hâline dönüştürülebildiği artık anlaşılmadı mı ya çoktan? Ya bak billmiyorum bunlar benim üzerinde çokta düşündüğüm şeyler değil. İnsanoğlu işte hayal ediyor, deniyor, yapıyor, sonra da yıkıyor. Tarihte bir şekilde böyle işliyor işte. Tarih umut etmenin yorgunluğunu çağrıştırıyor bana daha çok.
- Ama sen de bu tarihin sonucusun en nihayetinde, öyle değil mi? Yani tarihe belirli bir sistem doğrultusunda bakarsak, bizi öznel yorumlardan karmaşadan kurtarmaz mı?
Peki sen insanların tüm ihtiyaçları karşılandığında gerçekten mutlu olabileceklerine inanıyor musun?
-Niye inanmayım ya. Zaten elimizde bu umuttan başka da bir şey yok ki. Belki soyut bir fikir ama insanlık için umut en önemli ilerletici güç olmadı mı her zaman..
Mehdi bekleyen ilahi dinler gibi..
- Ne alakası var.. Bağlamın o kadar yanlış ki.. Ben bir şeyler yapabilmenin hiçbir zaman acizlikle denk tutulamayacağını savunuyorum.
Toplumsal kurtuluşa inanıyorsun, bireysel kurtuluşa inanmıyorsun.
- Bir toplumsal mücadele var ve bunun sosyal sorumluluğu var diyorum. Sen kendini bu sürecin neresinde görüyorsun?
Ben kendimi özgürlükten yana görüyorum.
-Özgürlük dediğin ne ya. Ne senin özgürlük dediğin?
İnsanın özgür olması. Nasıl tarihin bir işleyişi, dünyanın bir yörüngesi varsa, insanın da yörüngesi özgürlüktür.
-Toplumcu insanlar, özgürlüğü kısıtlanmış, bir kafeste yaşayan insanlar gibi mi geliyor sana? Zaten bir insanların özgürleşmesi için mücadele veriyoruz.
Ya ben de bir takım yardım kuruluşlarına derneklere üyeyim ya ona bakılırsa.
- Yaklaşımın tuhaf yani. Lümpen takılıyorsun biraz. Suya sabuna bulaşmayım, ama birileri ayağıma bir şey getirirse o aşamada destek vereyim düşüncesindesin.
İlla polis copu mu yemem gerekiyor ?
- Liberaller gibi konuşuyorsun. Peki o aşamada destek verirsen güçlünün yanında yer almak anlamına gelmeyecek mi? O zaman şimdi güçlünün yanında ol. Doğrudan sistemi, iktidarı destekle.
Sen duyarlılığı ölçmeye kalkışıyorsun. yani bu intihar hakkında yargıda bulunmak kadar nafile.
- Yo hiçbir şey ölçtüğüm yok. Ama senin hiçbir şey yapmadığın gibi yapanları da yaftalaman da ağrıma gitti biraz. Konu oradan başlamadı mi zaten?
Ben insanlara güvenmediğim halde güvendiğimi söylesem sen daha mı mutlu olurdun yani.
- Söyle tabii düşündüklerini.. Söylüyorsun da zaten. Ama çok kolay genelleme yapıyorsun. istisnalar vardır, öncesinde de sebepler.
Valla fedakarlığın bile diğerini kendine borçlu bırakmak anlamına geldiğini düşünüyorum. Yani orada kendini patlatan canlı bombanın bile amacının yok olmak değil, var olmak olduğunu görüyorum. İdeolojik güdülerle bir araya gelmiş bütün o insanların her bir şeylerine sinen kör ahlaklarına, birbirleriyle hemfikir olmanın mutluluğunu yaşamalarına, ya da o hakedilmemiş ayarsız güvenlerine de sinir olmadan da duramıyorum ya. Kusura bakma. Yani hep birlikte aynı şeyi düşünmek neden bu kadar önemliyse..
Ya bense bütün bu gürültünün ortasında yapayalnızım. Ama yine de içimdeki o eşssiz kaynağın şırıltısı, en sessiz anlarda bile, karşı çıkmanın ve sıkılmanın ne denli insanca olduğunu hatırlatıyor bana. Yani takıntılarla fikirler arasındaki ilişkiyi görebilecek yeteneğimin olması beni yozlaşmış duruma düşürmez bence.
- Ya bir insanın ister yüce bir amaç, bir ideal, bir dava uğruna olsun, isterse de başka bir sebeple, hatta beyni yıkanarak bile olsun, kendini feda edebilme cesareti göstermesinin hiç mi önemi yok peki? Hele bugünümüzün dünyasında..
Vardır tabii olmaz mı.. Ee o zaman senin o bacağına malolan o patlamada, kendini patlatan o canlı bombayı da hoş görmen, anlaman gerekiyor bir şekilde ama bunu yapabilecek misin? Yani düşünceleri ve inançları ne olursa olsun. Hımm.
-Yaparım gerekirse.. Ayrıca yozlaşmış olduğunu da ima etmedim de düşünmedim de.. Sadece senin o aşağıladığın insanlar, ortak aydınlık idealler, benzer sorunlar nedeniyle bir araya gelmiş olamazlar mı? Sadece birlik olarak senin bilmediğin, yalnızca belli bir dayanışma içinde olabilirse aşılabilecek engeller ya da kötülükler yok mu yani dünyada?
Var tabii canım. Vardır tabii ki ben ona da bir şey demiyorum. Şöyle bir şey diyeyim sana.. Bir topluluğun davranışı, onu olluşturan bireylerin teker teker gösterecek oldukları davranışlarının toplamına eşit değil biliyorsun.
Sadece bunu bilmek bile.. Hangi gerekçeyle bir araya gelmiş olurlarsa olsunlar yani süreden uzak durmak için yeterli bir sebep sayılmaz mı ya?
- Tuzu kuru olanın böyle bir lüksü olabilir.
Sürü içinde yol almak istersen, hayatın boyunca sadece kıç görürsün diye bir atasözü var biliyorsundur belki.
- İyide yani sadece kıç görse bile kendi hayatı için büyük bir nimet, güven, sıcaklık anlamına geleceği hayatlar da var ama. Öyle değil mi?
Peki o zaman sen? Sen nasıl katkı veriyorsun?
- Ben mi? Ben artık veremiyorum.Malulen emekli oldum gördüğün gibi.
****

Peki o zaman şöyle sorayım.. Ben bir suç mu işledim senin gözünde? Samet'le yaşanılan şey beni senin gözünde suçlu biri mi yaptı? Senin arkadaşlığına ihanet mi etmiş oldum? Ya da ne bileyim bir kızda hayal ettiğin ahlak seviyesinin altında mı kaldım? Lütfen yanlış anlama. Sanma ki senden bir şey bekliyorum. Hiçbir beklentim yok. Sadece merak ediyorum. Çünkü kendimi bir kadın olarak bu halimle başkalarının gözünde ilk kez sınıyorum. Bu yeni hâlimle neler yapmaya hakkım olduğunu, neler yapabilmeye gücüm olduğunu merak ediyorum. Bir insan olarak artık bu dünyada ne kadar yer kapladığımı anlamaya çalışıyorum. Ben bu bacakla birlikte neler kaybettiğimi, elimde kalanın ne olduğunu bilmek zorundayım. Sanma ki acıma şevkat veya anlayış bekliyorum. Yok öyle bir şey, herhangi bir şey talep edilmiyor yani burada. Bir daha görüşmeyebiliriz de hatta. O da problem değil. Belki de haklısındır kendince. Bilmiyorum ki. O da olabilir. Ama bana öyle geliyor ki, dünya da güzel olan her şey daha insana ulaşamadan, insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kalıyor.
***

''Burada yalnızca iki mevsim yaşanır hocam'' demişlerdi yeni geldiğimde.. Kış ve yaz. Gerçekten de öyle oldu yine, baharı yaşamadan yaza geçtik. Aylar boyunca karlar altında kalan otlar hayata küsmüş, yeşermeden sararmış gibiydi. Bir kaç hafta önce neşeyle şakıyan kuşlar bile yılgınlık içinde ötüyordu. Metruk bir değirmen gibiydim, işe yaramaz, gözden çıkarılmış, kuşların bile uğramaktan vazgeçtiği yıkılmayı bekleyen bir değirmen. Yeryüzünün unutulmuş bu ücra köşesinde. Başka bir çok şey gibi, iyinin ve kötünün, acının ve mutluluğun arasındaki çizgi belirsizleşmiş, sanki her şey yalnızca zamanı unutmak içinyaşanıyor gibiydi. Sanki bu durmadan yağan kar, herşeyin üstünü örtüp bu unutuşu mümkün kılmak için didiniyor gibiydi. Mevsimler geliyor, geçiyor; umutlar başlayıp tükeniyor. Ama yine de hayat neden olduğu belli olmayan, sabırlı bir inançla inadına devam ediyordu.
****

Onlardan ayrılınca kuruyup gitmiş otlarla kaplı tepeye doğru yürümeye başladım. Adını bile bildiğim sararmış gitmiş incecik otlar. Ki atsız sansız kimsenin bilmediği değersiz bu otlar, buradaki hayatıma benzer şekilde hiçbir değere layık görülmediği için belki. İlk kez önemli göründü gözüme. Sonra Sevim'i düşündüm, onda aradığımı.. Bu yaşama kapanmış kıpırtısız coğrafyada onda aradığım, kendimde bulamadığım bir şeydi belki. Bir enerji, aşkınlığın küçük bir belirtisi. Onu değil, onun ötesini düşlemiştim ben onun ötesinde kurduğum bir hayal dünyasını sadece aracı kılmak istemiştim aslında onu. Ama biliyordum aramızda yine çığlıklarımızın birbirine ulaşamayacağı kadar derin ve geniş bir uçurum, bilinçlerimizin yakınlaşamayacağı kadar acımasız bir uzaklık vardı. İmkansızlığı düşlemiştim. Şimdi yine onunla konuşuyorum kafamda...
***
|