Profil ayrıntılarını görüntüleyebilmek için kayıtlı kullanıcı olmanız ve üye hesabınızla oturum açmanız gerekmektedir.
Yanıt: Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçen Çerkez ve Çeçenlerin Göç Hikâyeleri
1.2. Çeçenler
Çeçenler, Çerkes halkları arasında milli kimliklerini korumada büyük çaba sarf etmiş bir halktır savaşçı, korkusuz, atılgan bir millettir. Çeçenler üç ana kola ayrılmaktadır:
a. Çeçen
b. İnguş
c. Tuş (Ersoy, Kamacı, 1994: 133)
Çeçenler, kendilerine “Vaynakh” derler. Bu kelimenin Çeçencedeki anlamı “halkımız” tır.
Çeçenlerin ayrıca kendilerine “Nuh’un Çocukları’ dedikleri de tespit edilmiştir. Yüzyıllardır istilalara uğrayan Kuzey Kafkasya’da azimle varlığını korumuş olan Çeçen halkı, özellikle de Kafkas-Rus savaşları sırasında gösterdikleri mücadelelerle tanınmıştır. (Ersoy, Kamacı, 1994:
133)
Çeçenlerin Müslümanlığı resmi din olarak kabul etmeleri 17.yüzyılda gerçekleşmiştir.
Kafkas-Rus savaşlarından sonra ise Çeçenlerin bir kısmının Osmanlı topraklarına göç ettikleri tespit edilmiştir. Geriye kalan Çeçen halkı ise Kuzey Kafkasya Dağlıları Cumhuriyeti’ne dâhil olmuşlardır (Ersoy, Kamacı, 1994: 133–134)
2. İnceleme
Bu bölümde Kafkasya’dan sürgün edilmiş olan Çerkes ve Çeçen kökenli kaynak kişilerle yaptığımız röportajlara yer verilecektir. Kaynak kişilerle gerçekleştirdiğimiz röportajlar sırasıyla şu şekildedir:
2.1.Kaynak Kişi–1
Ad: Abdulkadir
Soyad: BARAN
Meslek: Emekli sınıf öğretmeni
Yaş: 79
Görüşme Tarihi:13.04.2019
Görüşme Yeri: Kayseri-Erkilet
Abdulkadir Baranın verdiği bilgilere göre bir dedesinin Kafkasya’da kaldığını öğreniyoruz.
Diğer iki dedesi de Hacı Aslan ve Hacı Beslendir. Hacı Aslan’ın çocukları Şimal, Mustafa,
İdris Ve Musa’dır. İdris’ten olan çocuklar ise Ziya, Süleyman, Halil, Hafız ve Bibi’dir.
Ziyanın Çocukları ise Fatma, Tülay, Nuray, Hoydaş ve Abdulkadir Barandır. Rus ihtilali ile gelen komünizm Abdulkadir Baranın ait olduğum soya iyi gelmemiştir.
Ve dolayısıyla Göçe karar verilmişlerdir. Bu göç sırasında büyük topluluklar halinde ormanlardan geçildiğini ve o sırada çok sıkıntılar yaşandığını anlatıyor.
Dedesi, eline valizini alan en kıymetli eşyalarını, Paralarını, altınlarını yanlarına aldıklarını ve ancak valizin alabileceği yük ile yola çıktıklarını anlatırmış. Bu kaçış sırasında ormanlarda kadınlarımız, çocuklarımız ve yaşlılarımız düşüp kalmışlardır ve geriye dönüp onları alma imkânı neredeyse hiç olmamıştır. Kim kurtulduysa onlarla ormanlardan, köylerden, şehirlerden geçerek Türkiye’ye giriş yaptıkları, Abdulkadir Baran’a dedesi tarafından anlatılmıştır. Bu kaçış sırasında Türkiye’ye İran üzerinden giriş yapılmış ve ardından Erzurum’un Hınıs ilçesinden geçerek yola devam etmişlerdir. Hınıs’tan sonra Yozgat’ta kalanlar olmuş ve bu arada Osmanlı padişahı saraya çerkesler’den kız almıştır. Aslında bu durum şer gibi gözükse ’de Çerkesler adına hayırlı bir iş olmuştur.
Çünkü bu sayede en azından bir grup çerkes saraya akraba olmuştur. İstanbul Çamlıca da dedelerine yer verilmiş ve dedeleri o bölgeye yerleşmişlerdir. Ancak ora da bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünürlermiş. Çünkü ora da batıya aşırı bir özenti vardır. Mesela Rusya’da olduğu gibi önlük, yaka gibi kıyafetler giyildiğini görüyorlar ve bu demek oluyor ki komünizm ‘in getirdiği bu özellik burada da vardır. Bir kıyafetle insan komünist olmaz ama biz zaten bundan kaçtık, burası bize iyi gelmedi diyerek İstanbul’dan da ayrılmışlar ve tekrar Anadolu’nun iç kesimlerine doğru gelmiş olduklarını ifade ediyor. Hiç olmasa gözden uzak olmayı tercih etmişler ve Yozgat’a gelmişlerdir. Kafkasya’da bulundukları yer zaten dağlık ve ormanlık bir alan olduğu için ona göre bir yer tercih etmişlerdir. Bizler onların Türkiye ye geldiklerinde padişaha kendilerine sahip çıkılması için yalvarmış olduklarını öğreniyoruz ancak padişah’ın kendi başında ki dertten dolayı onlara buyurun gelin demediği gibi gelene de çıkın gidin dememiştir. Sonra da Yozgat, Sivas, Kayseri (Pınarbaşı), Düzce, Adapazarı, yine İstanbul olmak üzere Anadolu’nun birçok bölgesine dağılmaya başlamışlardır.
Abdulkadir Baran, bir sürgün sırasında yaşanılanlar ne kadar acı ise onlarda bu acıyı fazlasıyla yaşamışlar ve düşen kalmıştır diyor. O zamanlarda tehcir kanunu olmuştu ve onların boşaltıldığı yere Kafkasya’dan sürgün edilen insanlar yerleştirilmiştir. Abdulkadir Baran’ın amcası, Çapanoğlunun askeriyken Ermeniler camilerde büyüklerimizi yok etiler bende onların gelmesiyle direk vurdum diye anlatırmış.
2.2.Kaynak Kişi–2
Ad: Muzaffer
Soyad: ŞİMŞEK
Meslek: kimya mezunu -emekli
Yaş: 67
Görüşme Tarihi: 23.04.2019
Görüşme Yeri: Yozgat-Çeçen köyü
Muzaffer Şimşek asimile olduklarını söylüyor. Dillerini, geleneklerini göreneklerini unuttuklarını ifade ediyor. Ancak az da olsa yemeklerini, oyunlarını unutmamışlardır.
Dedeleri buralara gelip yerleşmişler ama çok fazla bir şey anlatmamışlar, bu yüzden kendisi sürgüne ait hikâyeler bilmiyor. Kendisi okuduğu bilgilere göre Çarlık Rusya zamanında Çeçen yurdunu ele geçirmek ve Rusya’ya katmak için savaşlar yaşanmıştır. Komünizmin iktidar olmasıyla ve Rusya’nın gelişmiş silahlarına karşı koyamayan Çeçenler başka devletlere sürgün edilmişlerdir ve birçoğu da Türkiye ye gelmiştir. İşte bizim dedelerimiz de Türkiye ye gelenlerdendir diye ifade ediyor. Oradaki baskıya, zulme, kıyıma dayanamayarak buralara kadar gelmiş ve yurt edinmişlerdir. İçinde yaşadığı köyde artık sadece çeçenler kalmıyor. Buraya Türk gelinler gelmiştir ve bu şekilde devam etmiştir.
Kendisinin iki dedesi de Türkiye ile Rus savaşlarında cephede kalmışlardır. Onlar esir mi düştüler yoksa öldüler mi bilinmiyor. Sürgün hikâyesi konusunda onlar burada doğup büyüyenlerle muhatap oldukları için kendilerine hiç kimse bu konuda bir şey anlatmamıştır. Yalnız şu bilgilerini paylaştı; İstanbul’dan geldiklerinde önce Akdağmadeni ne oradan da Mahmatlı’ ya sonra da Yozgat’ın bugün ki ismiyle Güngören köyüne yerleşmişlerdir. Kendisi yakın zamanda Çeçenistan’a gitmiş ve oraları gezmiştir. Gözlemlerin de yaşadıkları yerin, Kafkas dağlarının hemen ardında, ormanlık bir yerde olduğunu görmüştür. Sularının bol, topraklarının verimli, olduğu tarlalardan geçmiş ve tarlaların bir ucundan bir ucu gözükmüyor öyle büyük olduğunu ifade ediyor. Böyle bir bölgeden gelenlerde tıpkı orası gibi suları bol, ormanlık, verimli toprakların olduğu yere yerleşmek istemiş olduklarını düşünüyor. Bu yüzden yeşilliğin, suların bol olduğu bu köye gelip yerleşmişlerdir.
Önceden bu köy bu şekilde özelliklere sahipmiş, kuş uçmaz kervan geçmez bir yermiş. Aslında bu köy şimdi de güzel ancak o zamana göre daha kurak diyebilirim. O zamanlar bu köy onların istedikleri gibi bir mekân olduğu için gelip buralara yerleşmişlerdir. İşin kötüsü şudur ki bu köyde artık çok yaşlı insanlar bulunmamaktadır. Bu yüzden sürgüne dair hikâyeleri anlatacak kişilerin azlığı dikkat çekmektedir. Tabi ki Anadolu ya gelen çoğu Çeçen halkı geleneklerini göreneklerini devam ettirmektedirler ancak bu köyde devam ettirenlerin sayısı biraz azdır. Muzaffer Şimşek yine diyor ki; Kahramanmaraş Çardakta çok Çeçen var ve onlar kültürlerini devam ettiriyorlar.
Yine Sivas’ın Bozkurt köyünde ’de çeçenler bulunmakta ve onlarda kültürlerini devam ettiriyorlar. Biz de yemek olarak cırdınış ve hıngel dediğimiz yemekler çokça yapılmaktadır. Düğünlerimizde tabi ki etkisindeyiz ancak Türk düğünleri ile karışık yapılmaktadır. Burası bizim vatanımızdır biz önce Türk’üz sonra çeçeniz diyor.
Cahar Dudayev ‘den sonra birçok lider çıktı, başka bir grup oluştu birlik olamadılar. Dünyaya şunu anlatamadılar biz demokrasi istiyoruz, biz özgürlük istiyoruz demediler, dini ön plana koydular birlik olamayınca da özgür olamadılar. Onlar dinine aşırı düşkün bir millet olduğunu söyleyebilirim diyerek düşüncelerini bizlerle paylaşmıştır.
2.3.Kaynak Kişi–3
Ad: Muhlis
Soyad: ÇİMEN
Meslek: Emekli
Yaş: 66
Görüşme Tarihi: 23.04.2019
Görüşme Yeri: Yozgat-Çeçen köyü
Muhlis Çimen ile yaptığım görüşmede kendisine bir şey anlatılmadığını, sürgüne dair bilgisinin olmadığını ve geleneklerini devam ettirme konusunda dikkat ettiğini söylüyor ancak tamda bunu gerçekleştiremediklerini, konuşmalarımızdan anlıyoruz. Yemeklerini tüm köy halkı unutmadığı gibi Muhlis Çimen ailesinin de unutmadığını görüyoruz.
2.4.Kaynak Kişi–4
Ad: Bahri
Soyad: YILDIRIM
Meslek: Emekli sınıf öğretmeni
Yaş: 71
Görüşme Tarihi: 23.04.2019
Görüşme Yeri: Çeçen Köyü
Bahri Yıldırım bu konuya dair bilgilerini şöyle ifade etti: Doksan üç harbiyle birlikte Şeyh Şamil o sıralarda yakalanmasıyla birlikte Türkiye’den geçip Medine ye gitmiş ve orada kalmıştır. Onların önde gelenlerinden birisi, biz Kafkasya ya benzeyen bir yer bulalım diyerek bugünkü Yozgat’ın Çeçen köyüne gelip yerleşmişlerdir. İşte burası kuş uçmaz kervan geçmez bir yermiş. Köyün derelerinden zümrüt gibi sular akarmış ve bu köyde bugünkü ismi ile mahmigo denen tepeye çıkmışlardır. “Go” Çeçence de dağ, tepe anlamına gelmektedir ve Mahmigo ise Mahmut’un dağı ya da tepesi anlamında kullanılmaktadır. Bu bölgeye sekiz on hane olarak gelip yerleşmişlerdir. Burada onlara ait mezarları bulunmaktadır. Yine bu ailede köyde yemeklerini unutmayan çeçen kökenli insanlardandır.
Bahri yıldırım, küçükken köyde temizlik konusunda belli bir sistem olduğunu söylüyor. İnsanlar bahçe avlusunu temizlerken komşusunun bahçesine kadar süpürürlermiş, ayrıca her ev mutlaka boyanırmış. Bu durum temizliğe verdikleri önemi açıkça gösteriyor. Ancak söyle bir sıkıntı var ki evler dağlara bitişik yapıldığı için, yırtıcı hayvanlar çok olurmuş ve akşamları dışarı çıkılmazmış. Bu köyde yine herkesin okumuş olması önemli. Bahri Yıldırım sözlerine şu şekilde devam ediyor; Çerkesler ile Çeçenler farklıdır. Çeçenler o kavimlere göre daha savaşçı bir millettir diyor.
Şöyle bir hikâyeden bahsediyor. Ruslarla savaşları sırasında Çar’ın ordusu kaç bin kişi ile mermi yağdırıyorken bakıyorlar ki üstten aşağı büyük kayalar geliyor, mancınık kurmuşlar bir atışta iki yüz, üç yüz kişi birden ölüyor.
Ruslarda ise daha gelişmiş silahlar mevcut domdom kurşunu var filtre denen silahlar var. Atışlar duruyor ve Ruslar gidip bakıyor ki bir asker yaralı yatıyor. Askerlerin nerede olduğunu soran Ruslar Çeçen askerin cevabı üzerine şaşırıyorlar. Çeçen asker diyor ki: Biz üç kişiydik, ikisi öldü ben ise yaralandım diyor. İşte çeçenler böle bir millettir.
Tarihte Urartuların Doğu Anadolu’da büyük bir millet olduğu biliniyor. Urartular üzerine çalıma yapmak üzere bir ekip bölgeye gidiyorlar. Ekipte Çeçen kökenli bir genç vardır. Araştırma sırasında biz çöreğe “pehbik” diyorsak ya da bazlamaya” çerpik” diyorsak onlarda kullanıyorlar.
Çeçen olan genç bunu anlıyor. Çeçenler. Çerkeslere benzemez, bir oyunları benzer onu dışından benzerlik yoktur.
Çeçenlerde hep bir Rus düşmanlığı vardır. Bulundukları bölge stratejik olarak önemli bir bölge olduğu için genelde birbirleri ile savaş içinde olmuşlardır. Bu sürgün oldukça büyük ve acı olmuştur. Onlara dediler ki ya gideceksiniz, gidenlere ses yok ancak gitmezseniz köle olarak yaşayacaksınız. Onlar ise köle olarak yaşamaktansa ölmeyi tercih etmişlerdir. Bu sürgün sırasında çoğu yollarda ölmüştür. Çok ağır bedel ödemişlerdir. Çeçenler ağıt bilmezlermiş. Bahri Yıldırım’ın bu ifadesi oldukça önemli Hep başka köyden ağıt söyleyen kişileri getirirlermiş ancak sebebi bilinmiyor. Ağıt söyleyen kişi Türkçe bildiği için Türkçe ağıt söylermiş “ne diyeyim de ne söyleyeyim ölü benim olmadıkça “şeklinde ağıt söylermiş.
Köy halkı bu ağıt söyleyen kişinin kendileri ile dalga geçtiğini düşünürlermiş. Çeçenlerde kaçma kaçırılma çoktur. Bunun birçok örneği vardır. Çeçenlerin katı kuralları vardır. Mesela akraba evliliği olmaz. Çerkeslerde ise bu yoktur. Kadınlarımızın tokalaşması bile farklıdır.
Selamlaşma sırasında dokunma olmaz. Yani elini omzuna atar gibi yaparak selamlaşılır kişinin sırtına dokunulmaz. Onlar için bu konular oldukça önemlidir.
Sürgün konusuna geri dönülecek olursa bir kısmı ABD, bir kısımda Avrupa tarafına gitmiştir diyor. Dedelerinin de sallarla, gemilerle önce İstanbul’ a geldiklerini söylüyor bir takım sebeplerle oradan ayrılıyorlar daha sonra Ankara ya geçiyorlar. Ankara’da da kalmayıp Yozgat’ın eski adıyla çeçen köyüne yerleşerek yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
Bahri Yıldırım, çeçen köyünün geçmişiyle ilgili ve ora da yaşayanlar hakkında önemli bilgilerini bizlerle paylaşmıştır.
Temizlik konusunda hassas olmaları yine savaşlarda korkusuzca verdikleri mücadeleler, sürgün sırasında geçtikleri yerler, kalmak istedikleri mekânlar hakkında bilgilerini paylaşmıştır.
2.5.Kaynak Kişi–5
Ad: Tamer
Soyad: KAPLAN
Meslek: Emekli
Yaş: 45
Görüşme Tarihi: 25.04.2019
Görüşme Yeri: Kayseri merkez
Tamer Kaplan, sürgüne dair hikâyelerin çok fazla anlatılmamış olduğunu söylemiştir.
Sebebini ise; yaşanan katliam ve sürgünün çok sıkıntılı olduğu için ve büyük acılar çekildiği için kendilerin den sonrakilerin hayata tutunması, öfke, kin ve intikam gibi duygularla yetişmesinler diye bunların hemen hemen birçoğu saklandığını düşünüyor. Tamer Kaplan Çeçenlerle iç içe yaşamıştır. Onlar kendilerine Vaynakh dediklerini biliyor. Kendisi çerkes olduğu için çeçenler ile bazı özelliklerinin benzediğini söylüyor. Mesela hem çerkesler de hem de çeçenler de kız kaçırma olayının olduğunu söylüyor. Bu duruma örneklerimiz de mevcuttur. Dedesi tarafından kendisine anlatılmış ilk hikâye şöyledir:
Rusya’nın baskısı sebebi ile Karadeniz açıklarında gemiler bekletilmiştir. Çünkü Rusya bu gemilerin içeri alınmamasını söylüyor, bir taraftan da Rus savaş gemileri atış talimatı yapıyordu. İnsan dolu tekneler bu şekilde batırılıyordu. Tahminen Samsun ya da Trabzon valisi illegal olarak bu gemilere yiyecek ve su gönderiyormuş. Balıkçılar diyor ki; yemek, su götürüyoruz ancak hastalık var insanlar hastalıktan kırılıyor. Vali şu sözü söylüyor; o zaman sandallarla kurtarabildiğimizi kurtaralım. Üçer, beşer sandallarla illegal olarak güvendiği insanlar ile bu işlemi gerçekleştiriyor. Sandallar yaklaşıyor önde yaşlılar, arkasından kadınlar ve çocuklar ve en sonda üç beş genç sandallara binerken ayakkabılarını çıkarıyorlar vali zaten toprağa basacaklarını, ayakkabıların çıkarılma sebebini sorduğunda yaşlılardan birisi diyor ki; “burası yalnız toprak değil. Burası halifenin toprağıdır, burası Osmanlı toprağıdır “demiştir. Tamer Kaplan sözlerine şu şekilde devam etmiştir: Biz genetik olarak Türk değiliz ancak bu topraklara Türklerden daha çok borçluyuz. Çünkü dedelerimiz bu topraklara çıplak ayakla geldi, onlar bize sofrasını açtı, evini açtı bize yurt oldu. Bizim için aziz ve kıymetli coğrafyadır.
Kendisi, gelenek ve göreneklerini ne kadar devam ettiriyorlar ya da ettirebiliyorlar mı şeklinde sorulan soruya yönelik verdiği cevap şöyleydi; Gelenekler konusunda sadece Çerkesler değil aynı sıkıntıyı tüm dünya halkları da gelenek devam ettirme konusu da aynıdır.
Şehirleştiğin zaman, kentleştiğin zaman ortak kültür oluyor, dolayısıyla bütün kültür değişiyor. Çerkeslerin öyle bir avantajı vardır: Bizde kültür bir yaşam biçimidir, hayatı algılayıştır, öğretidir. İnsanın hayatını biçimlendiren, insanın insanla ilişkisini düzenleyen “khabze” dediğimiz öğretidir. Bu yaşam biçimi bir nebze özünü yitirmedi.
Mesela hayatımızda hiç tanımadığımız ama davranışlarından dolayı hemen çerkes olduğunu anladığım insanlar var. Bu bir khabze öğretisidir. Mesela bir çerkes ava gittiğinden ihtiyacından fazla av yapamaz, yaparsa ayıplanır. Yine Çerkeslerde çok kilolu insan olmaz.
Dünyaya fazla düşkün olduğundan dolayı ayıplanır. Anne babanın çerkes olması çok da önemli değildir önemli olan khabze ye uymak, toplumda itibar kazanmak, topluma faydalı olmak Adige olmaktır.
Sürgüne yönelik duyulan bir diğer hikâye ise; gemilerde hastalıktan, vebadan insanlar ölmeye başlamışlardı ve kaptanlar, ölen insanları hastalık bulaşmasın diye aşağı atıyorlarmış. Bir gün bir kadının bebeği ölüyor ama kadın bebeğinin öldüğünü kimseye söylemiyormuş. Her gün onu dizin de sallıyor ve ninniler okuyormuş. Sonra gemiyi ağır bir koku sarmıştır. Kaptanlar kokunun kaynağını aramışlar ve kokunun ölen bebekten geldiği anlaşılmıştır. Bebeği hemen denize atmışlar. Bebeğinin denize atılmasıyla birlikte anne hiç düşünmeden arkasından atlamıştır. Bu şekilde birçok acı yaşanmıştır. Yine Rum balıkçılar vardır.
Onlar insan taşımak için ciddi şekilde Osmanlıdan para alıyorlardı. Mesela bir gemiye seksen kişi alınacaksa seksen kişiyi dolduruyorlar ve ardından denize açılıyorlarmış.
Gemi açıldıktan bir İki saat sonra tekrar geliyormuş. Seksen kişinin bindiği bu geminin kısa sürede gidip gelmesinin sebebi öğrenildiğin de bakıyorlar ki bu Rum balıkçılar onca kişiyi sadece para kazanmak için denizlere boşaltıp geliyorlarmış. Tabi şöyle bir durum da var. Bu insanlar bu topraklara geldiklerinde dil bilmiyorlardı. O zamanlar Osmanlı devleti Çerkesleri stratejik olarak.
Problemli yerlere yerleştiriyordu. Samsun’dan başlıyorlar Tokat, Amasya, Sivas, Kayseri, Adana, Maraş, Reyhanlı’yı geçiyorsun Ürdün’e kadar giden bir hat var. Buralara hep Çerkes yerleştirilmiştir. Bir kısmını Egeye yerleştiriyor, Balıkesir, Bandırma civarına, Bir kısmını Sakarya, Adapazarı civarına yerleştiriyordu. Şimdi biz Anadolu da Doğu ile Batı arası da sınırız. Yani doğu da bir problem olursa ilk dalgayı karşılayacak biziz. Düzce, Adapazarı’na da yerleştirme sebebi ise Trakya ola ki düşerse ilk bunlar ilgilensin amacıyla buralara yerleştirilmişlerdir. Tamer Kaplan Çerkesler’in gelip Kayseri’ye yerleşmelerinin sebebini onların atlara çok fazla ilgisi ve sevgisi olduğu için ve Kayserinin özellikle uzun yaylanın at bakıcılığı açısından uygun bir şehir olduğu için gelip buralara yerleşmiş olduklarını düşünüyor.
|